Merhaba;
Hayat öylesine hızlı gidiyor ki, bir önceki günden bir sonraki günün planını bile yapamıyorum bu aralar. İşte Kos yazısı da işte bugüne kaldı. Önemli değil. Geç olsun güç olmasın:)
Simi'ye geçecekken vazgeçip Kos'a gittik.12 adaların (Dodecanese) hepsini dolaşan deniz otobüsü seferleri ile ulaşım hayli kolay. Kişi başı 15 euro ise biraz üzüyor tabii. Ama deniz otobüsü seferlerinin İDO ile uzaktan yakından alakası yok. Biz çok rüzgarlı bir günde yolculuk etmemize rağmen pek sarsılmadan yolculuk ettik. Valizlerimiz kapalı bir bölümdeydi, isteyen yolcular açık havada bile yolculuk edebiliyordu. Diyorum ya İDO ile alakası yok, hayli konforluydu. Yolculuk yaklaşık 1.5 saat sürüyordu yanlış hatırlamıyorsam.
Rıhtım'da göreceğiniz ilk bina
Kos tabi ki Rodos'a göre küçük bir ada. Bizim gittiğimiz zaman aşırı rüzgar alıyordu. Genelde Ağustos ayında bir kaç gün böyle rüzgar alır dediler. Esasında Kos merkezden denize girilebiliyor ama hem çok dalgalıydı hem de çok yosunlu. İlk gün neredeyse öğleden sonra toparlanabildiğimiz için ancak Agl. Fokas'a gidebilecektik ama şehir merkezinden bindiğimiz otobüste durakları karıştırınca son durağa kadar gittik ve orada Therma'ya ulaştık. Therma kükürtlü sıcak suyun denize döküldüğü bir yer. Yunanistan'da istisna olarak gördüğüm tek plaj diyebilirim. Ne tuvalet var ne soyunma kabini. Dikkat diyeyim. Sıcak suyun denize doküldüğü yeri kayalarla çevirmişler, bir havuz gibi, suyun içine girip oturuyorsunuz. Sonra da yavaş yavaş yüzerek soğuk su tarafına da çıkabilirsiniz. Biz hayli zaman geçirdik sıcak su ile soğuk su arasında. Birinden çıkıp ötekine girerek geçirdik bütün günü. Az rüzgar alan bir yer olduğu için de hayli rahattık. Bütün günü böyle tükettik.
Therma'nın havuzu
Bisiklet kullanımı hayli yaygın, isterseniz kiralayabilirsiniz. Biz yürüdük.
Akşam yemeği için Uğur Caravan diye bir yer buldu Trip Advisor'dan. Hadi dedik gidelim. Öncelikle bulmakta biraz zorlandık çünkü merkezin uzak köşesindeydi. Giderken elimizde yeteri kadar nakit kalmadığı için de biraz huzursuzduk. Size buradan ufak bir hatırlatma yapayım. Rodos'ta kredi kartı hiç sorun yaratmadı ama Kos'ta pek çok yer nakit para istiyor, pek çok ATM'nin de İngilizce menüsü yok (Ya da biz ulaşamadık.) Aşağı yukarı yarım saatlik bir yürüyüşten sonra Caravan'a ulaştığımızda tatsız bir sürprizle karşılaştık, Caravan kredi kartı kabul etmiyordu. Orta yaşlı bir amca bize şimdi gelin, sonra ödersiniz dedi ama ben kabul etmek istemedim, ama adam da acayip ısrar etti, Uğur iki arada kalınca bana dönüp Türkçe olarak ne yapalım dedi. Ben de olur mu öyle şey, bugün gidelim yarın geliriz paramız olunca dedim veeee işte o an yakalandık. Hasan abi bizi kolumuzdan tuttu, Türk müsünüz siz gelin ben de Türk'üm dedi. Tıka basa doyduk eşinin yaptığı muhteşem yemeklerle, uzolarımızı içtik, sohbet ettik. Hasan abi bize nasıl bir eğitim aldıklarını, Atatürk'ü ne kadar çok sevdiklerini anlattı. Böylece önümüzdeki iki gecede yemek yemek için yer arama derdinden kurtulduk. Almanya'da yaşayan Rodos'lu Türk bir teyzeyle tanıştık, onun gezi maceralarını dinledik. Bülent Ecevit Kıbrıs'ı alırken neden 12 adayı da almadı dediler dertlendiler. Ekonominin ne kadar kötü olduğundan bahsettiler. Her gece Türk muhabbeti ile geçti yani. Siz de yolunuz düşerse mutlaka en azından bir gece Hasan Abi'de yemek yiyin.
Hipokrat'ın ders verdiği meydan ve ağacı
İkinci gün Tingaki'ye gittik. Tingaki uzun kumsal şeridi olan bir yer. ÖZellike kumsal tercihi olanları tatmin edecektir. Ama denizi bence hiç güzel değildi, şu metrelerce yürümenize rağmen hala bel hizasında olan sulardandı. Çok rüzgar aldığı için de çok soğuktu. Sadece bir kere denize girdik, günü erken tamamlayıp geri döndük. Şehirde attığımız bir turda fotoğraf çekelim bari dedik ama galiba iyice deniz tatili moduna girdiğimizi çin pek fotoğrafta çekmemişiz ne hikmetse.
Agora
Şövalyeler Yolu
Üçüncü gün ise tam bir mucizeydi. Kos'un en uzak noktası olan Kefalos'a gitmeye karar verdik. Özellikle Kefalos köyünün hala tarihi bir köy olduğunu söylediler, mutlaka görün dediler. Şehir merkezinden bindiğimiz otobüs 40 dakikalık bir yolculukla bizi Kefalos'a ulaştırdı. Ancak burada tarihi hiçbirşey yok. Sıradan bir kasaba. Gitmenizle gitmemeniz birşey değiştirmez yani. Köy merkezi sahilde 4 km kadar yukarda. Otobüs artık geri döndüğü için sahile yürümek durumunda kaldık, neyse ki yokuş aşağı yürüyorduk ve tabi ki rüzgar vardı. Sahilde bir sürü restaurant var. Herhangi birini şezlonglarından yemeğiniz orada yemek koşulu ile yararlanabiliyorsunuz. Son derece sakin bir yerdi, bütün gün plajda yattık, arada kalkıp yemek yedik, ALfa biralarından içtik, denize girdik ve çıkmak istemedik. Deniz esasında Bodrum- Ortakent gibi. Küçük çalıllar, hafif serince bir su var. Ama ORtaken'ten daha temiz olduğuna kalıbımı basabilirim. Dalganın vurduğu yerde bile balıklar vardı. Son derece huzurlu ir gün geçirdik yani. Bu arada Alfa birası için de şunu demek istiyorum. Üzerinde "The Only Hellenic Beer" yazıyor. Tadının büyük bir numarası yok ama sırf ismi bile insanın içmesini sağlıyor. Zaten Yunanistan'da herşey Hellenic'ti.
Kos'ta çok fazla Osmanlı etkisi var esasında ama Türklerden nefret etmişler, ne yazık ki güzelim camiler tarihin tozlu rafları arasına girecek gibi gözüküyordu. Türkler hariç herkesin eserlerni korumuşlar ama enteresanlar bir taraftan da. Örneğin şu en üst fotoğraftaki bina İtalyan yapımıymış ama onu da hiç beğenmiyorlarmış çünkü onların mimarisine uymuyormuş.
Bizim göremediğimiz iki yer var. Birisi Zia isimli köy. Bütün adayı görüyormuş, günbatımı çok güzelmiş. Toplu taşıma ile gitmek mümkün değildi, araba kiralamak lazımdı. Diğeri de Askeplion. Ona da gidemedik. NEden? İkisinin de sebebi aynı. Çünkü biz denize girmek istediğimiz için zamanımızı sahillerde tüketelim dedik. Ama esasında Tingaki'ye gideceğimize önce Askeplion'a, sonra da Zia'ya gidebilirmişiz diye düşünüyorum.
Son günümüzde artık Bodrum'a doğru yola çıkmak gerekti. Bodrum'da da annemlerle bir gece kaldık, anlatmaya gerek var mı? Klasik Bosrum işte. Rodos, Kos ve Bosrum'u peşpeşe görünce bir süre sadece Yunan Adaları'na tatile gitmeye karar verdik. Yunanistan'da yemek için verdiğimiz paralarla Bosrum'da bir kişi doyamayız. Yemekli, salatalı, içkili, ikramlı sofralarda 30 eurodan fazla para ödemedik. Sahile gelirken makyaj yapan kızlar yok, avaz avaz ağlayan çocuklar yok (yanlış anlamayın, çocuk var arsız çocuk yok), bu çocukların arkasından bağıran anneler yok. Her tarafınıza bakan erkekler yok. Hayat öyle güzeldi ki, heralde bir süre (en azından paramız yettiğince) Türkiye'de tatil yapmayacağız gibi gözüküyor.
Bir yazının daha sonuna geldik, sırada Belgrad yazımız var. Hadi bakalım:)