20 Şubat 2014 Perşembe

Tekrar New York

Evet tekrar New York. Çok sevdim, gene giderim, bir daha giderim hiç sorun olmaz. Garip bir şehir. Gökdelenler o kadar yüksek ki sokaklara güneş gelmiyor. Ama kendi içinde çok güzel bir enerjisi var. İstanbul'un karmaşası var içinde, hep canlı, uyumuyor. Görüş alanın kısıtlı belki ama ilham alınacak alanın çok geniş. Bir anlamda DC'nin tam tersi. DC güzel mi karar veremedim henüz. Geniş caddeler, fazla yüksek olmayan binalar, düzenli bir şehir evet. Ama sıkıcı mı sanki bir yandan? Evet, ne yazık ki sıkıcı. Güzel ve sıkıcı. New York'tan dönerken DC'ye dönmek İstanbul'dan Ankara'ya dönmek gibi diye tweet attım, şu anda benim gibi DC'de olan bir arkadaşım da evet bencede dedi. Ki düşünün o DC'de. Ben? Ah zavallı ben, Falls Church denilen şehirde, hiçbir şeyin ortasındayım. Neyse.

New York'a neden gittim? Türkiye'den bir arkadaşım geldi. DC'de işleri varmış, üstelik gelip benim evimde kaldı. Süper ev arkadaşlarım falan, çok eğlendik. Arkadaşım geldiğinde salı akşamıydı. Çarşamba günü onunla beraber bir best buy'a gittik, almak istedikleri vardı. Oradaki satış görevlisi bu gece kar yağacak diye heyecan yaptı. "8 inches meeeyn" dedi. Dalga geçtik, geçmez olaydık. Ne 8 inçi, resmen 12 inç kar yağdı. Dizlerimize kadar kara battık. Çarşamba günü Alexandria'ya gidip Bilbo Baggins'de bira içmiştik. Sonra hadi kar başladı dönelim dedik. Yarım saatte şehir nasıl kar altında kaldı, biz nasıl gecenin 12sinde metrodan eve gelecek taksi bulamadık, kar kürüme araçları ve itfaiye araçları arasından eve kadar nasıl yürüdük? Perşembe günü DC'de hayat nasıl iptal olmuştu? Biz gene de National Mall'a nasıl gittik? Ne kadar ıslandık? Ne kadar aç kaldık? Bunları geçiyorum. Yaşarken tatsızdı, şimdi düşününce komik. Ama evet, geçtiğimiz hafta perşembe, koskoca ABD'nin başkentinde hayat bitmişti. Otobüsler çalışmıyordu, açık bir yer bulmak bile çok zordu. Cuma günü hocamla randevum olacaktı, okul gene kapalı diye o da iptal oldu. Cuma günü ordan oraya sürüklendik, en son Mad Fox Brewery diye bir yer var burada, oraya oturup bira içtik bu seferde. Veee, cumartesi sabahı: New York. Yolda lastik patladı, gene leş gibi kar yağarken  New Jersey'de mahsur kaldık. 20 dakikalık yolu gidemedik. 1.5 saat civarında tamirci bekledik lastiği değiştirsinler diye. New York'a indikten sonra hostele gittik. Zaten yıllardır çok istiyordum, ilk hostel maceramı NY'da yaşamış oldum. Ben sevdim, etrafta bir sürü genç var. Yaşlılar da kalıyor. Esasında eğer sonsuz bir bütçeyle gezmiyorsan, hele de tek başınaysan iyi bir tercih. Hem ucuz, hem sosyalleşebilirsin. biz sosyalleştik mi? Hayır. İki kişiydik, birbirimize yettik. Hostelimiz 103. sokak civarındaki Hostelling International'dı. Bölgeyi de sevdim, hafif entel danteldi. Hostelde temizdi, tavsiye ederim. Lastikti, hosteli bulmaktı derken esasında saat 4'e yaklaştı. Biz de leş gibi kar yüzünden hadi dedik öncelikle Metropolitan Müzesi'ne gidelim. Central Park'ın da içinden geçerek müzeye ulaşacağız. Biz yürümeye ilk başladığımızda kar yağışı azalmıştı esasında. Sonradan çılgın bir fırtınaya dönüştü. 



Bir leğen bulsak biz de kayacaktık 



Bizim gibi düşünen New York'lular ve turistler pek boldu tabi ki. Müzenin içinde iğne atsan yere düşmez. The Met galiba bugüne kadar gördüğüm en büyük müzeydi. 3 katlı, binlerce metrekare alana yayılmış, tarihin her katmanından eserler barındıran bir müze. İçinde binalar, tapınaklar falan var o denli büyük düşünün. Sevdin mi derseniz kafam karışık esasında. İflah olmaz bir açlıkla off içerde her şey var diyorsunuz ama yaklaşık iki saat sonuda yavaş yavaş gücünüz bitiyor. Daha sadece bir veya hadi çok hızlıysanız iki kat gezdiğinizi anlıyorsunuz. Her şeyin olması çok kafa karıştırıcı gelmeye başlıyor. Ben galiba daha küçük, daha kompakt müzeleri daha çok beğeniyorum. Burda da her şeyden önce Yunan, Bizans ve Roma medeniyeti eserlerini gezmeyelim diyerek bıraktık. Bunlardan biz de çok var nasılsa. Öncelikle modern eserlere baktık. Gaugain, Picasso, Rembrand, Monet gördük. Bunlardan gerçekten de keyif aldığımı söyleyebilirim. Fotoğraf galerisi kısmında ilk dönem baskılardan Paris fotoğrafları vardı. Biz girerken bir çift off bitmedi mi daha diyordu. Biraz fazla korkunç ve depresif bulduğumuz için Asya Sanatları kısmına uğramadık bile ama Türkiye eserlerini görmeden geçemezdik. Bir kaç İznik Çinisi vardı, bir de Koç Ailesi'nin sponsorluğunu yaptığı bir galeri. içindeki halıların hiçbirisi Türk halısı değildi sanırım. Daha çok İran. The Met kesinlikle kötü bir müze değil, çok heyecan verici hatta ama biz tursitler için zorlayıcı bir etap. En iyisi üye olup sakin sakin gezebilmek. New Yorkerların böyle yaptığından eminim. Bir yandan da biraz fazla Amerikan bir yer. Daha büyük, daha geniş. Daha, daha, daha....

 Yanlış anlaşılmasın, bu binanın dışı değil, içi


Yorgunluktan ölmüş insanlar olarak, sonrası Times Meydanı, yemek, ve hoop yatak şeklinde oldu. 

Ertesi gün hava açıktı, programımız da yoğundu. Önce American Museum of Natural History'i gezeceğiz, sonra da Wall Street, Brooklyn Köprüsünü falan göreceğiz. Ama en başta güzel bir kahvaltı yapalım dedik. Hostelimizin yakınlarındaki Manhattan Diner denilen bir yerin eleştirileri güzeldi, oraya gittik. İkimizde vagon restaurantında yemek istiyorduk. Tabi ki filmlerde gördüğümüz gibi tam bir "diner" değil ama, mantık güzel. En çok "never ending coffee" olayını sevdim. Ama 1.5 bardak kahve içebildim. Neden? Pazar günü saatlerce oturmak mümkün değil, yemeğin bitince hesabın geliyor, öyle bir yer. Neyse kahvaltıyı müteakip müzeye gittik. 

Esasında açıkçası bu müzede beni heyecanlandıran tek şey dinozor iskeletleriydi. Müzede Bir Gece filmini izlediniz mi bilmiyorum, film bu müzede geçiyor. Filler, aslanlar falan var belki ama hepsi maket. Çocuklar için çok güzel olabilir ama özellikle bir filin gerçeğini görmüş, onu beslemiş iki yetişkin olarak bizi pek heyecanlandırmadı. Dinozorları inceledik, fosillere baktık, oha dedik. 


 Bir şey mi var birader?

Sonrasında metroya atladık ki Wall Street civarına ulaşalım. Önceki günden kararımızı vermiştik, önce cheesecake yiyeceğiz. Arkadaşım gene dersine iyi çalışmış geceden. Soho civarında Eileen's Special Cheesecake diye bir yere gittik. Küçücük bir dükkan. Esasında ikimiz de cheesecake fanatiği değilmişiz. Klasik cheesecake'inde çok büyük bir numara olmadığını düşünüyoruz hala. Ama çikolatalı, krema kıvamına bir pasta daha vardı ki efsaneydi. Onu tavsiye ederim. O da cheesecaketi sanırım. 


 Elektrik mühendisleri bunu anlamıştır:) 



Brooklyn'e geçmek gene kısmet olmadı, bir dahaki sefere artık. Ama en azından köprüden birazcık yürüdük. Hava o kadar soğuktu ki bütün köprüyü yürüyüp karşıya geçmeye cesaret edemedik. NY'da kara teslim olmuştu. Millet birbiri ile dalga geçiyordu. Bir çift arabasını park ettiği yerden çıkarmak için etrafını temizlemeye çalışıyordu mesela, yanlarından geçenler onu yarına kadar temizleyemezsiniz falan diyordu. Dediğim gibi, bütün kuzey-doğu kara teslimdi. 




Battery Park'a kadar yürüdük ama Özgürlük Heykeli'ne geçmedik. Esasında bu heykele gitmenin bir anlamı var mı hala emin değilim. Galiba heykelden Manhattan Silueti görülebiliyor. Yoksa heykelin dibinden heykeli görmek çok anlamlı değil. 



Rockefeller Center'ın önündeki buz pistinde insanlar kayıyordu. Çok kalabalıktı esasında. Ne çok insan buz pateni yapıyormuş dedim. Sadece yukarıdaki fotoğraftaki çocuk başarılıydı gerçi, ötekiler korka korka ilerliyordu. 


Ayrılırken güneş yüzünü gösterdi. Tekrar görüşene kadar hoşçakal New York.