4 Aralık 2017 Pazartesi

Eskişehir'de Sonbahar

Merhaba;

Hayatımız çok değişti. Bu sene seyahat edemedik resmen. Öncelikle Mayıs ayında aramıza Barış katıldı. Tabi ki eve gelen bir bebek bizi darmadağınık etti. Hayat öyle karmaşık oluyor ki ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. 

Sonra evi taşıdık. Şöyle ki esasında Danimarka'ya taşınıyoruz. Uğur Ağustos'tan beri orda. Danimarka'da ev bulmak çok zormuş. Aylarca ev aradı, sonunda buldu. Bu süreçte İstanbul'daki evi kapattık. Boşu boşuna kira verecektik çünkü. Pek çok eşyamızı sattık. Ah çok üzücü bir süreçti. En sonunda ben ve Barış Eskişehir'e geldik annemlere. Luna ve Zeytin Uğur'un annesine gitti. Parçalanmış aile olduk resmen. Ocak ayında birleşeceğiz umarım. 

Eskişehir'de sonbahar çok güzel oldu ama. Yapraklar kırmızı, sarı, turuncu oldu, aynı Amerika'daki gibiydi. Kendimi sürekli su kenarına, ağaçların altına attım. Barış izin verdikçe tabi ki. Instagrama koyduğum fotoğrafları buraya da ekliyorum.  

Eskişehir'de geçen 5 ayın sonunda anlıyorum ki İstanbul insanı resmen gömüyor. Danimarka'dan dönsek tekrar İstanbul'a gelmek istemem. O çok çok sevdiğimiz şehir resmen bitmiş. Yaşamak için çalışmıyoruz, çalışmak için yaşıyoruz. Resmen dua eder oldum Allah'ım bir daha düşürme sakın diye. 

Buyrun fotolara. Umarım bir sonrakiler Danimarka'dan kış manzaraları olacak. 












8 Şubat 2017 Çarşamba

Palermo

Merhaba;

Hadi gelin şu Sicilya gezisinin son durağını da yazalım da bitsin bu gezimiz de. Belki yazın gitmek isteyenler olur aranızda.

Çeşitli sebeplerle benim için bu gezinin en tatsız durağı kesinlikle Palermo oldu. Birinci sebep kaldığımız otelle yaşadığımız sıkıntıydı. Henüz Catania'dayken Booking.com'dan  beni arayıp otelimizin o tarihlerde uygun olamayacağını bildirdiğini söylemişlerdi. Bize başka bir otel önerdiler. Otel dediğime bakmayın bed&breakfast esasında. Artık o tarihte bütçemize uygun bir otel bulamayacağımız için mecburen kabul etmiştim ama açıkçası benim zaten içime sinmemişti bu yeni yer. Palermo'da ben Excelsior Alba Room'a rezervasyon yaptırmıştım. Burayı da baya zor seçmiştim. Genelde Palermo'daki otellerin dekorasyonu aşırı oryantalist, aşırı renkli falan (Burası da az renkli değil tabii) Ama sonuç olarak bizi Abali' Gran Sultanato'ya postaladıklar ki kaldığımız iki günde burası bana resmen bastı. Sıkıntılar geçirdim. 

Taormina'dan Palermo'ya trenle gitmek istedik ama direk tren hattı yokmuş. Taormina'dan trenle Messina'ya, oradan da otobüsle Palermo'ya geçmeniz gerekiyor. Ya da Taormina'dan Catania'ya geri döneceksiniz, tekrar Palermo otobüsüne bineceksiniz. Biz tren sevdalıları birinci yolu seçtik. Trenler temiz, yolculuk da hayli kolay. Hem yolda bir şehir daha görürüz fena mı  diye düşündük ama ne yazık ki Messina'yı göremedik, tren saatimiz ile otobüs saatimiz çok yakındı birbirine. 

Palermo'ya Pazar günü öğleden sonra varmış bulunduk. Tren istasyonundan otele olan mesafemiz kısa gözüktüğü için gözümzüe hadi yürüyelim dedik. Aman Tanrım demez olaydık. Palermo'nun ana caddesi üzerindeyiz ve incin top oynuyor. Resmen insan yok. Şaşknlıktan ölüyoruz, burası ne biçim şehir yahu en varoşuna biz mi geldik diyoruz. Otelimizi bulmakta çok zorlanmadık ama otele girmekte çok zorlandık. Büyük bir apartmanın bir katına yayılmıştı otel. Ana kapıyı çalıyoruz çalıyoruz açmıyorlar. Telefon ediyoruz onu da açmıyorlar. En sonunda alt kattaki başka bir B&B'nin zilini çalıp en azından yukarı çıkmayı başardık. Yukarda başka bir telefon numarası bulduk, en sonunda gelip açtılar kapıyı. Siesta saati ve Pazar gününün azizliğine uğradık. Ama turistlere whatsapptan mesaj atmış olmaları da takdire şayandı gerçekten. 

Bu aksiliklerden sonra biraz dinlenelim öyle çıkalım dedik ve saat 16:00 gibi dışarı çıktığımızda cıvıl cıvıl bir şehirle karşılaştık. Şu Akdeniz'lilerin Siesta'ya sıkı sıkı bağlı olmasına gerçekten hastayım:)

İlk göreceğiniz yer kaçınılmaz olarak şehir katedrali oluyor. 1185 yılında temelleri atılan katedrale 19. yüzyıla kadar eklemeler yapılıyor ve karınıza gerçekten büyük ve etkileyici bir yapı çıkıyor. Tabii daha önce İtalya'nın başka pek çok kilise ve katedrallerinden de etkilenmediyseniz. Bu arada ufak bir not gireyim şuraya. Beni daha çok coğrafi güzellikler etkiliyor. Mimari bir güzellik bir süre sonra haa evet güzel işte noktasına getiriyor beni ama coğrafi güzellikler tam tersi oluyor. O yüzden bina, mimari, şehir güzellemeleri yapamıyorum ben pek. Şehirlerde gezmeyi, kaybolmayı seviyorum, şehri yaşamayı seviyorum. 






















Burası çıplak heykellerinden dolayı Utanç Meydanı olarak adlandırılıyormuş. Heykeller öylesine güzel, koca meydanın durumu öylesine absürd ki çok hoşuma gitti. Pazar günü etrafı kapalıydı ama aşağıdaki bir fotoğrafta göreceksiniz, ertesi gün açılmıştı. 

Güzel bir fotoğrafını çekmeyi başaramamıştım ne yazık ki ama Palermo'nun en ünlü meydanı Quattro Canti Meydanı. Bu meydanın dört köşesinde birer mevsimi temsil eden çeşme buunuyor. 

Sicilyalılar Gariboldi ile çok gurur duyuyorlar. Zaten Palermo'da evi var kendisinin, evinin önünde de ufak bi park. Ufak dediğimde sakın kendi sokak aramızdaki parklar gibi düşünmeyin ama Avrupa standartlarından daha küçüktü diyelim. Parkta aşağıdaki fotoğraflarda gördüğünüz tuhaf ağaçlardan vardı. Bu ağaçların adı Ficus imiş. Bu ağaçlar benim anladığım kadarıyla bildiğimizin tersine de büyüyorlar. Yani üst dallardan sakan kollar aşağıya doğru uzuyor ve yerle birleşiyor. Parktaki en yaşlı ağaç 150 yaşındaydı. 







Parktan deniz kıyısına doğru biraz yürüdük ancak şaşırtıcı bir şekilde Palermo'nun denizle ilgisinin çok kopuk olduğunu gördük. Deniz kıysında ne yazık ki yürünecek güzel bir alan bulamadık ve şehrin içine doğru geri döndük. 


Sırtını dağa dayayan şehirleri hep sevmişimdir esasında. Ama Palermo bana iç sıkıntısı verdi çoğu zaman. 

Gece hayatı ise akşam 22:00'ye kadar falan hareketli, sonrasında ise insanlar bir anda gene ortadan kayboluyorlar. Biz Palermo'da iki gece geçirdik, birinci gecemizde yemek yemek için baya bir yer aradık. Ya yer yoktu, ya kapalılardı, ya da bizim için biraz pahalıydı. Sonunda sokak arasında bir pizzacıda karar kıldık ama o kadar çok yürümüştük ki zaten artık ne verseler yiyecek durumdaydık. 

Verdi Meydanı'nda aşağıdaki Opera Binası'nı görebilirsiniz. Verdi Meydanı ayrıca akşamları insanların toplandığı ana merkezlerden birisi. Etrafında pek çok restaurant ve bar var. Paralelindeki caddelerde ise daha "fancy" barlar bulabilirsiniz. Biz birinci gecemizde bunlardan birinde oturup Apperol içtik. Uğur bira içmişti sanırım.  Ama Sicilya'da Apperol içmeyeni dövüyorlar, içmeden gelmeyin bence.Bilmeyenler için Apperol narenciyeli bir likör. Sert bir tadı var. Kokteyl halinde tüketiliyor. İlk içtiğimde bu ne dedim ama sonradan baya hoşuma gitti benim. 

İkinci gecemiz biraz tatsız geçti. Zaten Cefalu'daki çılgın fırtınadan yorgun düşmüştük ama Palermo'da da çok yağmur yağdı gece. O yüzden akşam yemeğinden sonra  Prosecco ve biralarımızla otelimize döndük. Farkındasınızdır, Uğur biraz tutucu gene birayı o içti:)








Teatro Massimo' da etkileyici bir bina diyebiliriz kendi çapında. 





Palermo bence bu gezinin en zayıf halkası oldu. Esasında çok yıpranmış, çok yaşanmışlıkları olan bir şehir. Ama o kadar karanlık ve depresifti ki, Üstelik ne yazık ki biraz pis bir şehirdi, öyle ki ilk defa bir şehirde sokakta ölü fare gördüm.  Bazı sokaklarına girmeye cesaret edemedik, baazılarına da sadece gündüz girdik. Örneğin meşhur Taverno Azzuro biz gittiğimizde kapalıydı, pazartesi akşamı gideriz dedik ama cesaret edip o sokağa giremedik mesela. 

Sonuç olarak tekrar Catania'ya döndük. Palermo - Catania arasında biz trenle yolculuk etmeyi tercih ettik. İyi ki de böyle yapmışız diyorum. Tren uzun bir süre deniz kıyısndan gidiyor, daha sonra ise adanın içlerine doğru ilerliyor. Ada biraz bozkır mahiyetinde. Gene de güzel bir seyir imkanı sağladı bize tren yolculuğu bence. 

Sicilya ile ilgili en çok okuyacağınız şey ne kadar güvensiz olduğu. Ve bu konuda haksız değiller ama şöyle de bir durum var. Özellikle İstanbul'da yaşayanlar olarak zaten bu duruma alışkınsınız. Gece Tarlabaşı'na girmemek gibi bence durum biraz. Kendinize dikkat etmeniz gerekiyor. Ama gene de başınıza bir şey gelebilir. 

Biz araba kiralamadık, sırf park yeri ve hırsızlık olayları yüzünden. Kiralasak belki Siracusa'ya falan da gidecek zamanımız olurdu ama bu seferlik toplu taşımayı tercih ettik. Otobüs ve trenler bence başarılıydı zaten. Malta ile kıyaslandığında çok gelişmiş bir ağları olduğunu söyleyebilirim. 

Yemekler ve şaraplar ne yazık ki İtalya ortalamasının altında (Hadi Roma diyeyim, sadece Roma'yı gördüm zira) Taormina'da yediğimiz Bruscettalar güzeldi, şaraplarından ise aklımızda kalan bir şey olmadı. Birra Moretti isimli "dedenizin birası" fena değildi. Ben birayı tercih ettim açıkçası pek çok zaman. 

Catania ve Palermo Taormina'ya göre daha hesaplı şehirler. Taormina'da 12 euro olan Apperol Palermo'da 6 euro mesela. Ancak Taormina gerçekten çok güzeldi. Yani biraz fazla para harcansa da bir günde geçilecek bir yer değil bence. 3 gün ayırdığımıza memnunum. Daha fazla bile kalınabilir. 

İnsanlar kaba değiller, ama İngilizce bilmedikleri için kaba olduklarını düşünebilirsiniz. Oysa gerçekten yardımcı olmaya çalışanlar var. Gerçekten kaba olanlar da var bu arada. Mesela Catania'daki otel görevlimiz çok suratsız bir adamdı.  

Sicilya gördüğümüz için pişman olmadığımız bir destinasyondu ama iyiki de görmüşüz demedik. Acaba Sardunya'ya gitsek daha mı iyi olurdu demedim değil. Kim bilir belki seneye artık. Var mı daha iyi tavsiyeleriniz?