26 Şubat 2012 Pazar

Beyrut ve Pasaport

Bu ara ufak bir seyahat planlamakla meşgulum. Yakın bir zamanda Beyrut'a gitmeyi planlıyoruz. Ben ufaktan bir plan yaptım ama Sezen şunu da yapmadan dönme diyeceğiniz herhang bir şey var mıdır? İlgilenmediğim bir kaç başlığı yazayım size:

  • Alışveriş
  • Yeme-İçme
  • Çağdaş sanat
Neden ilgilenmediklerini yazdın derseniz. Gezi yazıları yazan bloglarda artık çoğunlukla bu tür konularla karşılaşıyorum. Beyrut'a gidip kim Chanel görmek istiyor Allah aşkına? Alışverişle ilgili istisnam yerel ürünler olabilir. Neteresan kırtasiye malzemeleri olabilir. Ya da evet Paris'e gidersem Champs-Elysse'de alışveriş yapmasam bile (maddi açıdan yani) görmek isterim o bütün devasa markaları da. Ya da İspanya'da H&M peşinden koşmuşluğum var kabul ediyorum. Ya da sürekli bir yeme-içme konuları. Tamam birkaç yerel yemek yenmeli, suyu içilmeli falan ama"şekerim bilmem nerde şunu yemeden dönmeyeceksin bla bla bla" Çok sıkıcı. Geçiniz. Çağdaş sanata gelince İstanbul'da bile zorlanıyorum. Kalkıp onca yol gidip çağdaş sergiler gezemem. Hatırlarsanız Viyana yazımda da bahsetmiştim bundan. Şimdi bunların dışında, bizi gerçek Beyrut'a yaklaştıracak önerileriniz varsa lütfen söyleyin. 

Öte taraftan son yurtdışı gezimde gri pasaport kullandığım için şu anda geçerli bir pasaportum yok. Önümüzdeki ay pasaport almaya gideceğim. Bu da ne anlama geliyor? 225 dolar civarında bir pasaport ücreti ödeyeceğim. En temel hakkım olan seyahat özgürlüğüme kavuşabilmek için bir kimlik belgesi olan psaporta bu parayı ödeyeceğim. Belki duymamışsınızdır. Sırt Çantalılar grubu ve Seyahat Özgürlüğümüzü Geri İstiyoruz  oluşumu T.C. Pasaportunun en pahalı pasaport olarak tescillenmesi için Guinnes Rekorlar Kitabına başvurdu. Seyahat özgürlüğümüz için bir imzada siz verin. Geçen sene %50 indirim yapılması sağlanmıştı, bakalım bu sene hep beraber bir gelişme sağlayabilecek miyiz?

19 Şubat 2012 Pazar

Tekrar Dali

Şimdi ben resimden çok anlamıyorum tabii. Esas amacımız bugün Dali üzerinden Van Gogh'a gitmekti. Neden tekrar Dali? Çünkü dayım ben de görmedim dedi. Uğur'da bu ara İlahi Komedya'yı okuyor, ben de bir daha görmek isterim dedi.Geçen seferki karmaşadan sonra erkenden gidelim dedik gittik. Güzel güzel gezdik Dali'yi gerçekten de. Gene de biraz kalabalıktı ama bizim geçen tecrübemizin yanında hayli tenhaydı diyebilirim. Sonra bu kadar sanatı azıcık hazmedelim birer çay içelim dedik Tophane'de. Arkadaşlarımızla karşılaşmıştık zaten baktık Van Gogh'dan dönüyorlar. Biz giremedik, sıra öylesine uzun ki hiç gereği yok dediler. Biz de aynen geri döndük. Başka bir zamana kaldı yani. Günün devamı Galata Köprüsü, Eminönü, Sultanahmet şeklindeydi. Eminönü'nden Rumeli Köftecisi'inde köfte yeriz biz, ama pazar olduğu için kapalıydı. Sultanahmet Köftecisi'ne geçelim bari dedik. Ama bir porsiyon köfte 11 lira. Yuh. Bence büyük bir özelliği de yok, turistik köfte. Daha birkaç sene gitmem heralde. İki fotoğraf var sadece. Dali'deki fotoğrafı geçen sefer çekmediğim için üzüldüğüm yazılardan oluşturdum. 

Herkese iyi bir hafta dilerim.


17 Şubat 2012 Cuma

Eskişehir'den Kalanlar

İki hafta önce Eskişehir'deydim. Fotoğraflar çok gecikti çünkü dönemin başlamasıyla büyük bir yoğunluğun içine girdim. İlk haftadan bunu ben de beklememiştim açıkçası:) Tren seferleri sona erdiği için mecburen otobüsle gittim ki biz Eskişehirliler için çok can sıkıcı. Neyse ki otobüste en ön sırada bilet almıştım. Hani çok kar yağdı ya iki hafta önce, işte ben o gün yola çıktım ve açıkçası çok ilerlemeden Adapazarı'ndan falan geri dönmek zorunda kalacağım diye endişe etmedim değil. Eskişehir o kadar soğuktu ki çok gezemedim. Hatta iki gün hiç evden çıkamadık annemle. Öylece evde oturup dikiş diktik. (Ahahah acaip bir maceraydı çünkü dikiş dikmeyi bilmiyoruz biz. Kardeşim bir makina aldırmış anneme onunla boğuşup durduk.) Bir de bizim sokakta pazar kuruluyor, bir gün pazara çıktık, elmaya, kestaneye vurduk bünyeyi.  
İki haftadır hiç mi fotoğraf çekmedin derseniz çekemedim ne yazık ki ama belki bu haftasonu:)

İyi tatiller.





6 Şubat 2012 Pazartesi

Bay Kolpert ya da Ne Muhteşem Oyunsun Sen

Merhaba;

Geçtiğimiz hafta sömestr tatilini de bahane ettim, izin aldım kendimi ev şefkatine bıraktım. Yaklaşık 6 gün Eskişehir'de kaldım. Planladığım hiçbir şeyi yapamadım, planlamadığım pek çok şey yaptım. Çok komik esasında ama çoğu zaman planladığım şeyleri yapamıyorum ben. Şu saatte şurda bu saatte burda olmalıyım dediğim günler ise en fenası. Kesinlikle olmuyor. Neyse. Eskişehir'e gitmeden önce şehir tiyatrolarındaki oyunlara bakmıştım ve Bay Kolpert ilgimi çekti. Anneme dedim ki bilet al da gidelim. Eskişehir’de oyun izlemeyi seviyorum, gencecik bir tiyatronun başardıklarını izlemek hoşuma gidiyor.


Kaos araştırmacısı Ralf ve sevgilisi Sarah çok sıkıldıkları için Sarah’ın iş arkadaşı ile kocasını evlerine yemeğe davet ederler ve onlara iş arkadaşları Bay Kolpert’i öldürüp salondaki sandığa koyduklarını söylerler. Oyun boyunca Bay Kolpert’in öldüğüne bir inanıyorsunuz, bir inanmıyorsunuz. Özellikle Ralf ve Sarah karakterlerinin histerik halleri sürekli olarak bu gidiş gelişi destekliyor. Kaosa dair yapılan bilimsel açıklamalarla Ralf’in neden bu ruh haline girdiğini daha da net anlıyorsunuz. Bastian’ın bu cinayete ortak olup olmadığını kesinlikle bir türlü kavrayamaması, altı üstü bir akşam gezmesine gelmiş bir adamın kendini çöküşün içinde buluşu çok etkileyici. Tez çalışmam kaos teorisini de içeriyor. Allah'ım sonum böyle mi olacak diye düşünmedim değil:) Her bir karakteri canlandıran oyuncu hayli başarılı. Devrim Özder Akın, Özlem Baykara, Sermet Yeşil, Ecren Can Serim, Yalçın Özen, Onur Demirkoparan her biri kendi rollerinin hakkını veriyorlar. Oyunda oyunculuk kadar dikkatimi çeken bir başka detay ise muhteşem dekordu. Bir evin salonu olarak gördüğümüz dekorda en önemli öğe tabi ki Bay Kolpert’in içinde olduğu iddia edilen sandıktı. Sahne tasarımı Barış Dinçel’in elinden çıkmış. Tamamen bembeyaz bir sahne, ama izleyicinin gözlerini yormuyor. Bir yandan da bu kadar çok sıkılan bir çiftin evinin tamamen beyaz olmasından başak ne beklenebilir ki diye düşündüm. Oyun broşüründe Bay Kolpert’in sahneye konulduğu farklı ülkelerden de fotoğraflar vardı ama en iyi sahnelerden birisi gerçekten de Barış Dinçel’in elinden çıkandı.  

Tek perde ve yaklaşık 1.5 saat sürüyor oyun. 1.5 saat gibi kısa bir süre zarfında öyle çok olay oluyor, öyle çok şey yaşanıyor ki oyunun ne tek perde olduğuna ne de bitebileceğine inanıyorsunuz ama bitiveriyor. Kafalarda hiç şurası da olmamış ya dedirten bir sahne bile yok. Bay Kolpert bence sezonun öne çıkan oyunlarından birisi. Ajandanıza mutlaka kaydetmelisiniz.

Oyundan sonra annem Ralf ve Sarah'ın hayatta bütün değer yargılarını kaybetmiş insanlar olduklarını, bir cinayet işlemenin, bir insanı öldürmenin bile onlar için bir öneminin olmadığını düşündüğünü söyledi. Bense tam tersine Ralf ve Sarah'ın artık bu hayatın bayağılığından sıkıldıklarını, Bay Kolpert'in ise gerçek bir karakter olmadığını, bir simge olduğunu düşünüyorum. Bay Kolpert onların sıkıldığı her şeyin temsili bence. Annem iflah olmaz bir gerçekçi olduğu için bence böyle düşünüyor. 

Bir de tavsiyem var. 10 Şubat ve 11 Şubat'ta Eskişehir Senfoni Orkestrası Sevgililer Günü konseri veriyor. Solist Halit Turgay. Mutlaka dinlenmesi gereken bir flütçü bence. Mutlaka gidin diyorum. Esasında iki flütçü vardı ama diğerinin adını kesinlikle hatırlayamıyorum. İnternette de bulamadım. 

Tabi ki görsel günlüğe eklenmiş kareler de var. Onları da ekleyeceğim. 


Kaynak: http://tiyatro.eskisehir.bel.tr/