9 Eylül 2013 Pazartesi

Atina Atina 2. Gün

Merhaba;

2. günümüzde ufak bir adalar turu yaptık. Hydra adasını Marc Levy Bir Gün ve Bir Gece kitaplarında o kadar güzel anlatmıştı ki esasında benim 23 Nisan'da Atina'ya mı gitsek diye tutturmamın sebebi biraz da bu adaydı. Ben Hydra'da kalmakta istemiştim ama yer bulamadım internetten. Buduğum bir otelde inanılmaz pahalıydı. O yüzden de günübirlik bir turun yeterli olacağına kanaat getirdik. İlk gün Acropolis civarında dolaşırken birisi elimize bir tur broşürü tutuşturdu. Normalde bu tür bir broşüre kanıp yola çıkmayız ama o anda Hydra'ya gidişimiz için en kolay yol buymuş gibi gelmişti. Üstelik tur sadece Hydra'ya değil, gene Atina'ya çok yakın olan Poros ve Aegina adalarına da uğruyordu. Her adada en az 2 saat kalınacak diyorlardı. Evet kabul etmek lazım ki biraz pahalıydı, kişi başı 79 Euro ama hadi dedik sadece Hydra'ya değil diğer adalara da gitmiş oluruz. Bizim gittiğimiz tur şirketi Adrianos Travel'dı. Belki başka şirketlerde vardır diyeceğim ama o gün yol boyunca başka şirkete rastlamadık açıkçası.

Sabah bizi otelimizden aldılar, Pire Limanı'nında katamarana bindik. Şu anda açıkçası hatırlayamıyorum ama çok kısa olmayan bir seyahat sonunda da Hydra adasına ulaştık. Oysa ki kitapta hop Hydra'dalardı, hop Atina'da. Yok öyle değilmiş durum belirteyim. 



Hydra'da araç yok, her yer merdiven ve eşek dolu. Ya yürüyeceksiniz, ya eşeğe bineceksiniz. Ama adayı daha karşıdan gördüğünüzde bile etkileniyorsunuz. İnanılmaz bir güzellik. Bir de Madonna'nın falan evi varmış esasında. Yani öyle sakin, mavi bir Yunan Adası değilmiş. Jet-set bir yermiş. Masmavi, küçücük, bütün evlerin deniz gördüğü, çok güzel bir ada. Dedim ki benim de şöyle bir evim olsa. Otursam, denizi izlesem, yazsam, çizsem. Sonra kendime geldim. Sezen dedim Madonna almış burdan ev, sen neyle alacaksın. Ağzımı topladım:) Turla ilgili şöyle bir sıkıntı vardı yalnız, mesela Hydra'da sadece 1 saat kaldılar. Poros'ta da öyle. Sadece Aegina'da 2.5 saat kaldılar, onun da sebebini anlatacağım sonra. Yol gerçekten de çok uzun. Saat 6da ancak dönmüştük Atina'ya ama turun çoğu denizde geçiyor. Oysa Hydra'da hem oturup sahilde bir kahve içmek istiyor insan, hem de bütün sokaklara girip çıkmak. Ama bir saatte olmadı ne yazık ki. 









Bu kedi bizim Luna'nın aynısı, sadece rengi biraz farklı. Bence öyle yani ama yok canım o kadar da benzemiyor diyende var. Sizce?




İkinci durağımız ise Poros. Poros adası da enteesan, anakaraya çok yakın, arada belki de genişliği belki en fazla 200 metre olan bir boğazla ayrılıyor. Poros Adası'nda da çok az kaldık yaklaşık 45 dakika kadar ama zaten yapacak pek birşey yoktu. Bir saat kulesi vardı, oraya çıktık, aşağıda da birer dondurma yedik ve bitti gerçekten de. Burada deniz kıyısındaki evlerin her birinin önünde birer yelkenli vardı. Bizim araba parketmemiz gibi adamlar yelkenli parketmişler. Açıkçası deniz kültürü böyle gelişmiş ülkeleri çok seviyorum. Oysa bizim de üç tarafımız denizle çevrili ama yelken hala bizim için çok lüks. Rodos'ta, Kos'ta ve Atina'da çok fazla yelkenli gördüm. Hatta Kos'ta inanılmaz büyük yelkenliler gördüm. Ama mesela Beyrut'ta marina da hiç yelkenli yoktu, sadece süper-mega motor yatlar vardı. Kültür farkı bu olsa gerek. 




Son durağımız ise Aegina Adası oldu. Bu ada antep fıstığı ile meşhurmuş. Mesela garip bir fıstık yedik, limonlu. İlk etapta çok dğeişik geliyor, sonradan ise insan bir yabancılaşıyor. Neden ki diyor. Turumuz Aegina'da 2.5 saat kadar kaldı. Çünkü orda ayrıca St. Marina Manastırı düzenliyorlardı. Turun içinde ekstra olduğu için ve 25 euro gibi bir fiyatı da olduğu için biz gitmedik. 2.5 saat  boyunca adayı gezdik, sahilde oturduk, güneşte dinlendik. Sahilde saçma sapan videolar çektik. 






Nisan ayında bu adaların hepsinde hafif bir terkedilmişlik vardı. Bence bizim Prens Adaları gibiler. Evlerin çoğu yazlık, insanlar da yazın geliyorlar. Henüz tatil başlamadığı için de adalar sakindi. Ben keyif aldım sakinlikten. Kalabalık olmadan güzel güzel gezdik. 

Günün çoğu gemide geçiyor ama bence güzel bir geziydi. Denizde de yüzen yunuslar gördük ki her zaman yunus görmek beni heyecanlandırıyor. Havanın da ne sıcak ne soğuk olduğu bir gündü. Ama açık güvertelerde insan üşüyebiliyordu. Bir de mesela ben farketmemiştim ama yüzüm çok yandı. Hem de gözlük izi oldu. Aylarca da çıkmadı o iz. Geçen sene aynı şey Beyrut'ta da olmuştu. Demek ki Nisan güneşine dikkat etmek gerekiyor.

Son günümüzde sonunda Parthenon'a gideceğiz. Bakalım nasılmış? 

8 Eylül 2013 Pazar

Atina Atina 1. Gün

Merhaba;


Yazmayı unuttum evet. Hayatta o kadar çok şey oldu ki. Kişisel depresyonlarımı bile bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Neden? Gezi olayları yüzünden. Hala da memleketimizde bu akdar karmaşa varken kendim için üzülmeyi bencillik olarak görüyorum. Kendi kendime üzülüyorum, bırakıyorum. Açıkçası insanlarla bir araya gelince de konuşulan şeyler hep aynı tabi ki. Neyse, bunlarla ilgili bir yazı yazacak mıyım bilmiyorum hiç. Ben size taaaaaa Nisan'da gittiğimiz Atina'yı anlatayım diyorum.

Önceki yaz yaptığımız Rodos-Kos seyahatinden sonra Yunanistan'ı çok sevdiğimiz için bir de Atina'ya gidelim dedik. 23 Nisan'da bunun için uygun bir tarihti. 3 günlük Atina seyahati hiç fena değil yani. İstanbul'dan da Atina'ya zaten 1.5 saat gibi kısacık bir uçuşla ulaşabiliyorsunuz, oh çok güzel.

Şimdi herşeyden önce şunu belirteyim, gördüğüm bütün Avrupa şehirleri gibi (ah lütfen Belgrad'ı es geçelim) Atina'da da gelişmiş bir metro-banliyö ağı var. Havaalanından banliyö trenine binip, ordan da metroya geçerek, metro çıkışında da sadece 200 metre yürüyerek otelimize ulaştık. O yüzden de ulaşımla ilgili endişeye gerek yok. Biz Karaiskaki metro durağı yakınındaki Nafsika Otel'de kaldık. Çoğu zaman otel tavsiyesi verecek insan ben değillimdir. Biz açıkçası genellikle lüks aramıyoruz, temiz olsun yeter diyoruz. Elbet Atina'da kendi bütçenize uygun bir otel bulacaksınızdır.

İlk gün Atina'ya varışımız geç bir saatti. Gezmeye esasen ikinci gün başladık diyebiliriz. Kahvaltının ardından Acropolis'i görmeye gittik. Oteldeki görevli Parthenon'dan çıkan herşeyin müzede olduğunu, o yüzden de müzeyi de es geçmememiz gerektiğini söyledi, ki zaten öyle bir fikrimiz de yoktu.  Öncelikle müzeyi gezelim, sonra da Parthenon'u görürüz dedik ve müzeye girdik. Gerçekten de ellerinde kalan, Acropolis'ten çıkardıkları herşeyi müzede sergiliyorlar. Ellerinde kalan diyorum, ne yazık ki Yunanlılarda bizim gibi pek çok kalıntılarını İngilizlere kaptırmışlar. Koskoca Nike heykelini alıp gitmiş İngilizler. Müzede bazı yerlerde fotoğraf çekmek yasak. Mesela bu heykeller ve sikke fotoğrafları kaçak. 


Ama içerde antik Yunan ile ilgili pek çok kalıntı, bulgu var. Hayli de büyük bir müzeydi. Yalnız şöyle bir durum oluşmadı değil. Antik Yunan toprakları aynı zamanda Anadolu'da olduğu için müzede gördüğümüz pek çok nesne bizdeki müzelerde de görülebiliyor. O yüzden de o kadar büyük bir müzede ufak bir daralma yaşayabiliyorsunuz. İnsan bir yerden sonra iyi de bunlar "çanak çömlek" entellektüel seviyesine geliyor. Bizden farkları ise şu. Bizde gözlemlediğim kadarıyla genellikle parçalar birleştirilmiyor. Yani diyelim ki bir çömleğin kulpları, ağzından bir parça, biraz da gövdesi bulundu. Aradaki parçalar ise yok. Yunanlılar aradaki parçaları alçı ya da seramik gibi malzemelerle yeniden oluşturmuşlar. Yani eğer bulunan şey gerçekten sadece bir çömlek kulbu değilse, o çömleği görmenizi sağlamışlar. Bizde genelde parçalar birleştirilmeden konuluyor. Mesela aşağıdaki fotoğraftaki heykelin neredeyse tamamını yeniden yapmışlar. Sadece sarı parçalar orjinal. Fotoğraf çekmek yasak değil:) Müzeyi gezmek bizim gibi ağır ağır gezerseniz yaklaşık 3 saat falan sürüyor.



Saat 12 gibi karnımız acıkmış bir şekilde etraftaki restaurantlardan birine oturduk. Yemeğimizle beraberde yarım litrelik bir karafta şarap içtik. Bakın bu çok önemli, kenara yazın.

Bir sonraki adımımız tabi ki Parthenon oldu ama o da ne? Ne yazık ki Yunanlıların "tembelliğini" unutmuşuz. Biz saat 2 gibi Parthenon'un kapısındaydik ama görevli saat 3'te kapanacağını ve bizim 1 saatte gezemeyeceğimizi söyledi. Şaşkın şaşkın ya saat 3'te ören yeri mi kapanır dedik ama, yapacak birşey yok. Keşke yemek yiyeceğimize Parthenon'u gezseymişiz diye düşündük. Aklınızda olsun, sadece Parthenon değil, bütün ören yerleri saat 3te kapanıyor. O yüzden de bu tür gezilerinizi ona göre planlayın.

Elimizdeki gezi planında Benaki Müzesi diye bir müzeden bahsediliyordu, bari onu gezelim dedik. Benaki Müzesi'ne gidebilmek için önce Sintagma'ya doğru yürüdük. Burada size bir bilgi vereyim, Sintagma MEtro İstasyonu Yunan eylemlerinde revir olarak kullanılan, eylemcilerinde toplandığı ana metro istasyonu. Ayrıca istasyonun tam arkasında Parlemanto Binası var, bu yüzden de çok simgesel bir yer. Sintagma'ya doğru yürüdük yürümesine de, ama o içtiğimiz yarım litre şarap bize nasıl bir uyku bastırdı anlatamam size. Ne yapacağımızı da bilemedik, esasında belki otele dönebilirdik ama nedense aklımıza da gelmedi. Bunun üzerine yapabileceğimiz ikinci şeyi yaptık. Yol üzeridneki bir parka girdik ve uyuduk. Evet resmen banka uzanıp uyuduk. Gerçi çok derin bir uyku olmadı ama gene de gözümüzün açılmasını sağladı. Ne bileyim, tavsiye etmem tabi ki sonuçta şehrin ortasında, elimizde makinalarımızla uyumamız çok güvenli değil ama oldu işte bir kere:D





Benaki Müzesi, Yunan tarihini anlatan özel bir girişim. O yüzden de zaten akşam 8'e kadar açıktı. Antik Yunan'dan başlayıp, modern Yunanistan'a kadar, Osmanlı mirasını da es geçmeyen güzel bir derleme yapmışlardı. Kıyafetler, evler, sanat, resimler. Bence Acropolis Müzesi ile ikisini ayı günde görmek hayli güzel bir deneyim oldu.










Esasında o şarabın etkisinden kurtulmak kolay olmadı, o yüzden de gezimizin geri kalanı boyunca bir daha gündüz içkisi içmedik. Ama ilk günü bitirip otele dönmek o kadar  da kolay olmadı ne yazık ki. Akşam yemeği, biraz hediyelik eşya alımı falan derken iyice yorulmuşuz. Neyse ki arada ertesi gün gideceğimiz gemi turunu ayarlamayı başardık. Sizi yarın ada gezisine çıkaracağım.