Sevgili okuyucu;
Bu akşam daha önce yapmadığım bir şey yapayım ve size bu sezon izleidğim oyunlarla ilgili ufak bilgiler vereyim istiyorum. Bir yandan da benim naçizane görüşlerimi de okuyabilirsiniz. Dikkate de almayabilirsiniz, ben sonuç olarak öylesine bir tiyatro izleyicisiyim.
Bu sezon şimdilik dört oyun izledim sadece. Bir tanesi Oyun Atölyesi'nin, biri Tiyatroadam'ın, biri Şehir Tiyatrosu'nun ve biri de Devlet Tiyatrosu'nun oyunu. Aşağıda maddeler halinde her bir oyunla ilgili görüşlerimi, kronolojik izleme sırama uygun olarak bulabilirsiniz.
- EVLİLİKTE UFAK TEFEK CİNAYETLER: Eric-Emmanuel Schmitt'in yazdığı oyunu, bu sene Haluk Bilginer ve Vahide Gördüm'ün muhteşem performansı ile Oyun Atölyesi'nde izleyebilirsiniz, tabii bilet bulabilirseniz. Mayıs ayı biletlerini bulmak mümkün olabilir, sanırım 2 Mart'ta satışa çıkacakmış biletler. Haluk Bilginer evde bir kaza geçirip hafızasını kaybeden bir kocayı, Vahide Gördüm ise ona eski hayatlarını hatırlatmaya çalışan karısını canlandırıyor. Tabi ki ortada bir hafıza kaybı olunca karı koca ister istemez eski defterleri deşiyorlar, eski kavgalar, kırgınlıklar, mutlulular su üstüne çıkıyor. Evliliklerinin neden tepetaklak gittiği konusunda tartışıyorlar, birbirleri hakkında kimi gerçek, kimi gerçek olmayan, esasında belki de hepsi tamamen gerçek veya hepsi tamamen yalan olan saptamalarda bulunuyorlar. Oyunun hoş bir sonu var, ama eğer benim gibi önceden tahmin ederseniz o kadar da sürprizli olmuyor:) Oyunculukların mükemmel olduğunu söylememe tabi ki gerek yok. Karşınızda çok yetenekli iki oyuncu var, oyunu alıp götürüyorlar. Sanki gerçek bir karı-kocalarmış gibi aralarındaki gerilimi hissediyorsunuz, neler olacak diye geriliyorsunuz. Zaten bilemiyorum Haluk Bilginer'in ya da Vahide Gördüm'ün içinde olacağı ve başarısız olacakları bir proje olamaz sanıyorum. Benim oyunla ilgili sıkıntım daha çok metin ile ilgiliydi. Tiyatro için çok önemli bir eserdir eminim ama bana ne yazık ki o kadar da muhteşem bir metinmiş gibi gelmedi. Çevremdeki insanlar genelde kadın erkek ilişkileri her zaman böyledir zaten, muhteşem saptamaları var diyorsa da bana nedense çok sıradan geldi kadın erkek ilişkisi ile ilgili yorumlar. Belki de dünya üzerinde kadınlara ve erkeklere dair söylenecek hiçbir şey kalmamıştır, hepsi birbirinin tekrarı olduğu için orjinal bir metin de bulunamıyordur, bu da bir yorum olabilir bence:)
- ALBAY KUŞ: Balkanlarda, savaş sırasında, hiç bir yerin ve hiçbir şeyin ortasında bir akıl hastanesi. Hastanede birbirinden enteresan altı adet akıl hastası, belki de onlardan daha da hasta bir doktor. Bir gün gökten bir sandık düşer hastanenin bahçesine ve olaylar gelişir... Tiyatro adam oyuncularının sergilediği oyunu Oyun Atölyesi'nde izledim. Akıl hastasını canlandırmak zordur bence. İnsanın yıllarca düşünse de empati kuramayacağı bir durum bu, sonuçta onu canlandırmayı düşünebildiğinize göre aklınız hala başınızda olmalı, oysa bir akıl hastası aklından belki de tamamen vazgeçmiştir, bunu bilemiyoruz. Diğer taraftan bir de canlandırmaya çalışırken yapmacık olma durumu söz konusu. Ne kadar hasta, ne kadar deli olacağınızı bilemeyebilirsiniz, fazlaca delirebilirsiniz sahnede. Bu da izleyici üzerinde olumsuz, sıkıcı, ruh karartıcı bir durum oluşturur. Oysa bu oyunda oyuncuların hepsi ne kadar hasta olacaklarını çok net bir şekilde bilebilmişler, gerekenden ne fazla, ne de azdı. Neredeyse bir perde boyunca konuşmadan duran bir oyuncu vardı, ama bunna rağmen oldukça hastaydı. Güldük, hüzünlendik, yok artık dedik. Biz bu oyunu gerçekten çok sevdik.
- MERAKLISI İÇİN ÖYLE BİR HİKAYE: Sait Faik sever misiniz? Öykülerini okuyup bir vapura binip Burgaz'a gitme isteği duyar mısınız? Balıkçıların ağlarını, tuzları, martıları, köpekleri, Karaköy'ü, Taksim'i özler misiniz? İşte Meraklısı için öyle bir hikaye sizi Sait Faik'in muhteşem öyküleri eşliğinde bir İstanbul turuna çıkarıyor. Kah üstadın iç dünyasına iniyorsunuz, mezarlıktaki konuşmalarına tanık oluyorsunuz, kah Zeyrek Yokuşu'nu tırmanıyorsunuz Sait Faik'in yanında. oturup Orhan Veli ile bir kadeh rakı içiyorsunuz. Yanınızda hep onun iyimserliğini de taşıyorsunuz ordan oraya. Sait Faik'in öykülerinden büyük adam Savaş Dinçel'in uyarladığı, ölene kadar da bizzat kendisinin oynadığı bir oyun bu. Şimdi de sayın Naşit Özcan devam ediyor Savaş Bey'in ardından. Önce tek kişilik oyun diye biraz temkinli davrandım, sıkıcıdır belki diye düşündüm, ama oyun bittiğinde biraz daha istiyordum. Daha pek çok hikayesi vardı üstadın. Salep güğümününde yanından geçseydik ya. İki öykü daha koysalardı keşke. Oyun iki dakika bari daha uzun olsaydı diye düşünüp durdum. O kadar istedim ki bitmemesini, hep o salonda kalmayı. Eğer Sait Faik'in öykülerine biraz da aşinaysanız çok keyif alacağınız bir oyun. Hatta bir kaç kere gitmeyi bile isteyebilirsiniz. Zannediyorum ki benim bu sezon izlediğim en iyi oyundu.
- SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ: Neden böylesine taktığımı hatırlamıyordum ama bir ara Saatleri Ayarlama Esntitüsü bende takıntı haline gelmişti, bir şekilde de Eskişehir'de baskısını bulmakta zorlanıyordum. Uzunca bir süre aradıktan sonra bulmayı başardım. Tatile çıkıyorduk, yeteri kadar kalın bir kitaptı, bir tatilde yeterdi bana. Ama ne olur ne olmaz diye bir kitap daha almıştım yanıma: Jül Sezar. Büyük bir merakla önce Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ne başladım ama dili o kadar eski gelmişti ki bırakıverdim kenara kitabı. Belki de Kemer'in aşırı sıcağı beynimin pelteleşmesine sebep olmuştu bilemiyorum (Sevgili okuyucu Kaş'a hayran olmama rağmen Kemer ve Olimpos'tan hiç haz etmediğimi seninle paylaşmış mıydım?) Önce Jül Sezar'ı okudum, oysa incecik kitaptı bitiverdi. Kaldım Tanpınar'la başbaşa. Bu arada Kemer' den Kaş'a geçmiştik, artık algılarım açılmıştı sanırım. Bir müddet okuduktan sonra dil ile ilgili sıkıntılarımı da çözmüştüm. Artık "mamafih, azizim" diye konuşuyordum ve annemlerde benimle dalga geçip duruyorlardı. Tanpınar çok güzel bir dönem eleştirisi yazmış, hatta bence sadece dönem eleştirisi değil, toplum eleştirisi de denilebilir buna. Kitabın yazılmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen Türk insanı olarak hala aynı yerde olduğumuzu görebilirsiniz. Öte yandan bu eleştiri çok komik bir hikaye etrafında yazılmıştı, bazı yerlerde gülmekten karnıma ağrılar giriyordu. Laf arasında eğer okumadıysanız kitabı hemen önereyim ve oyuna geçeyim. Devlet tiyatroları bu oyunu bu sezon sahnelemeye başladı. Önce çok heyecanlandım ama pek tabi ki bir müddet bilet bulmak mümkün olmadı. Daha sonra gazetede çok başarılı bir uyarlama olmadığı yönünde bir eleştiri okuyunca da nedense oyuna ilgimi kaybettim. Geçen ay dayım çok güzel olduğunu söyleyince hemen gitmeye karar verdim. Oyuna haksızlık etmeden nasıl yazacağımı bilemiyorum, herşeyden önce kitap tabi ki çok kalın ve ağır bir kitap, ama çok önemli bazı noktalar atlanmış gibi geldi bana. Detaylarını çok net hatırlayamadığım bir Mübarek meselesi vardı mesela, biraz üstünden geçilmiş gibi geldi, aynı şekilde enstitünün yaptığı işler sadece ceza yazmak değildi, pek çok şey vardı. İki saate nasıl sığdırılırdı bilemiyorum, belki arkada bir barkovizyon şeklinde geçebilirdi ama ben tabi ki bu işleri bilemem. Genelde kitap uyarlamaları kitapları okuyanları üzer biraz, benim içinde öyle oldu. Öte yandan oyun gerçekten çok komikti. Bazı sahnelerde gülmekten karnıma ağrı girdi (Evet bunu iki kere yazdım, yaptım bunu) Nispeten genç bir oyuncu kadrosu vardı, son derece dinamiklerdi, süper tepkileri vardı. Kitabı okumadıysanız kesinlikle izlenmesi gereken, okuduysanız da birazcık kendinizi açık bırakarak rahatlıkla keyif alacağınız bir oyun olmuştu bence.
Haftaya gene Oyun Atölyesi'nde Testosteron'a gidiyorum. Onunla da ilgili yazı yazarım sanıyorum.
Lütfen yazdıklarımı ukalalık olarak almasın kimse, bunlar sadece kişisel görüşlerdir.
Laf tiyatrodan açılmışken Gazanfer Özcan'a Allah rahmet eğlesin diyorum. Yeri doldurulamayacak birisini daha kaybettik ne yazık ki.
İyi geceler