23 Haziran 2015 Salı

Amasra

Yahu biz gezmelere gittik. 1 Mayıs'ta Amasra'ya, daha sonra Selanik'e. Yazmadım, yazamadım. Genel bir isteksizlik halindeyim aylardır. Size şöyle diyeyim, kitap bile okumuyorum. Nedeni niçini de var tabii ama boşverin. Neyse, geleyim Amasra'ya.

Uğur'la uzun süredir Selanik'e gitmek istiyorduk ama bir türlü denk getiremedik. Amasra'da son dakikada karar verdiğimiz bir yer oldu. Uğur'un kuzeni gidiyordu, siz de gelin dediler. İyi gelelim dedik. Ben daha önce görmemiştim ama Uğur görmüştü. Bir de annem gitmişti. İkisinin anlattıkları, fotoğrafları derken hep merak ettim ben. Sonuç: Tam bir hayal kırıklığı. Beton kafamız meğer sadece İstanbul'da veya şehirlerde değilmiş, taa Amasra'ya bile bu beton kafa gelmiş. O canım dağların tepesinden Amasra'ya gelen duble yollar mı istersiniz, dağın tepesine kurulan toplu konutlar mı? İçiniz acımadan dağlara ve şehre bakamazsınız. Bence şehir de bitmiş. 

İstanbul'dan yaklaşık 5 saat sürüyor araba ile Amasra'ya ulaşmak. Sabah erkenden yola çıktık, otelimiz Çakraz Koyu'ndaydı. Önce otele vardık ki eşyaları bırakalım. Sonra da Amasra'ya döndük. 

Amasra'da Bizans kalıntılarının olduğu bir yarımada var. Burası Amasra Kalesi. Yarımada şehre daracacık köprülerle bağlanmış. İnanmazsınız ama trafik yasağı yok. Avrupa'da olsa o köprülerin üstünde resssamlar görürsünüz, gönül rahatlığıyla yürüyen insanlar görürsünüz. Burda ne yazık ki araba görüyorsunuz. Köprünün genişliği bir araba kadar, karşınızdan birisi gelirse yandınız. Tarihi kesimin yolları o kadar dar ki bir u dönüşü yapmak da mümkün değil. Neden burası trafiğe kapatılmamış anlamak zor. Esasında zor değil tabii. Vizyon meselesi.


Annemin ve Uğur'un fotoğraflarından hep çizmelerin içine dikilmiş çiçekler görmüştüm. Aşağıda da bir örneği var. Bu tek örnekti. Güzel bir gelenekmiş ama bitmiş ne yazık ki. Zaten bu çizmeleri koyacakları güzel evler de kalmamış. Canım tahta Osmanlı evleri 3 katlı çirkin betonarme evlere dönüştürülmüş. Üstelik en çirkin haliyle, sıvasız bakımsız. Osmanlı evleri ise yıkılmaya yüz tutmuş, kalan üç beş tane zaten. Ecdad diyen bağıranların canım mirasa reva gördükleri değer inanılmaz. 

Amasra'da tahta işlemeciliğinin çok olduğunu biliyordum, şehirdeki bütün hediyelik eşya satan dükkanlarda çok güzel Çin malı ürünler bulabilirsiniz. Onları bulmak için taa Amasra'ya gitmenize gerek yok zaten, Şark Han'da hepsi var. Çok nadir olarak geleneksel tahta işlerini görebildik. Heralde ustalar ölmüş, yenileri de yetişmemiş. Geleneksel el sanatlarını da ufak ufak kaybetmişiz ne yazık ki.

Daha önce gidenler hep balık ve salatasının çok güzel olduğunu söylüyorlardı. Canlı Balık Restauran en meşhur balıkçı. Yanlış hatırlamıyorsam 2 saat sıra bekledik. Ama beklediğimize değdi. Gerçekten de çok lezzetli balıklar ve salatalar yedik. Üstelik İstanbul fiyatlarının yarısına.

Bir de yol boyunca ve Amasra'da çok güzel köpekler gördük. Pek çoğu da cinsti. O köpekleri satın alıp canınız sıkılınca atıyorsunuz ya, umarım bir gün siz de aynı kaderi yaşarsınız. Mesela sırf hediye olsun diye sevgilinize bir köpek aldınız ya, o köpek sayesinde beraber oldunuz, hatta evlendiniz ya. Sonra çocuğunuz oldu da o köpeği attınız ya, işte umarım o evlilik de yürümez. Umarım karınız/kocanız sizi en beklemediğiniz anda terk eder. O hayvanlar herkesin peşinden koşuyor, herkesle oynamak istiyor. Gelip kafalarını herkesin kucağına koyuyorlar. Nasıl içiniz alıyor o hayvanları terk etmeyi? Amasra'da güzel insanlar  vardı, bakıyorlardı hayvanlara ama dediğim gibi o akdar çoklar ki, belli ki civar şehirlerden de oraya atıyorlar köpeklerini. O insanlara da  yazık değil mi? Siz sorumluluğunu alamadığınız için atıyorsunuz, o insanlar arkalarını dönüp gidemiyorlar ama işte. Sizin sorumsuzluğunuzla onlar mücadele ediyorlar. Ay yazdıkça sinirleniyorum. Hayır verecekseniz birini bulun bari, hayvanı sokağa atmak ne demek yahu? 

Yıllar süren bir meraktı benim için Amasra, ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığı oldu.  Mutlaka gidin demem, hatta açıkçası gidin demem. Masal şehri olabilecek kadar güzelmiş, yalan bir şehir olmuş. Çok acı ne yazık ki. 















2 yorum:

Imge dedi ki...

Kendine saygı duymayan, insana saygı ve sevgi beslemeyen kafaların hayvana, doğaya, tarihe saygı duymasını, korumasını beklemek çok güç ne yazık ki. Bunun farkında olmayan için sorun yok; farkında olan bizlerse her gün önümüzde canlı bir cinayet izliyormuşuz gibi bir ruh hali içinde yaşamaya alışıyoruz. Ne depresif, ne tehlikeli bir durum. Çok üzücü gerçekten.:(

Ama fotoğrafların çok güzel, bayıldım. Ellerine sağlık.
Sevgiler.

sezenyildirim dedi ki...

İmge gerçekten de öyle. İçim acıdı gezerken. Çok yazık oluyor ülkemize. Bir Yedigöller yazısı yazacağım, orda da daha detaylı anlatırım ama bütün dağlar taş ocağı yapılmış, nehirlerin üstü kum yıkama tesisi, o değilse zaten HES. Hayvanlar, insanlar yuvalarında edilmiş. Her bir metrekarede aynı sorunu yaşıyoruz. Gün geçmiyor ki yeni bir belgelese yayınlanmasın bununla ilgili. Çok çok üzgünüm.

Fotoğrafları beğenmene sevindim.
Sevgilerle.