7 Ocak 2014 Salı

I Want to Be Part of It....New York -2

Gelelim yağmurlu bir New York gününe;

Pazar günü sabah erkenden otelimizden ayrıldık, ne kadar erken derseniz 7.30 kadar erken diyeyim. Empire State'e çıkacağız çünkü. Bir de yağmur yağacakmış öğleden sonra. Yağmur başlamadan çıkalım dedik. 
Pazar günü sabahın erken olmasından mı, havanın kötü olmasında mı bilmiyorum ama cumartesi günkü kadar sıra yoktu. 8.10'da binanın içine girdik, Sonrası sıralar, koridorlar, asansörler, daha çok sıralar ve 86. kat. Empire State'te kulaklarımda hep Frank Sinatra çınladı. Esasen 1931'de bitmiş ama yanlış bilmiyorsam (bunu Uğur anlatmıştı, şimdi internette doğrulayacak bir hikaye bulamadım, Uğur NY'da rehberden dinlemiş) Büyük Buhran sebebiyle yaklaşık bir 10 sene boş kalmış. O yüzden de hayalet bina diyorlarmış. 

O gün kuzey vedoğu teraslarından gözlem yapmak keyifliydi ama özellikle batı terasında inanılmaz bir rüzgar vardı, birkaç dakika içinde parmaklarım uyuştu. Hava kapalı olduğu için Central Park taraflarını görmek mümkün değildi. Bence yeni yapılan modern gökdelenler önemli değil, New York'un simgesi bu bina olmalı. Gerçekten de çok beğendim. 








Önceki gün yapamadığımız tekne gezintisine yapmak istiyoruz ama saat neredeyse 10 olmuş. 10 feribotunu kaçırdığımıza göre 12 feribotuna bineceğiz. O zaman bir kahvaltı edelim dedik, yakınlardaki Cafe Keko diye bir yere gittik. Yelp (Evet burda Yelp çok kullanılıyor) yorumları değişkendi, seven de vardı sevmeyen de. Biz sevenlerden olduk. Senagelli garsonu çok keyifliydi. Pancake yedim güzeldi. Yalnız biraz pahalı. 20 dolara çıktık kişi başı. Olsun. 

Kahvaltı sonrası feribota gittik. Hava artık iyiden iyiye kapatmıştı, hatta Cafe'den çıktığımızda ufaktan yağmur yağmaya da başlamıştı.




78. Rıhtımdan Citysightseeing'in motoruna bindik. Manhattan Adası etrafında bir tur atacağız. Williamsburg Köprüsü'nün altına kadar gideceğiz, sonra da Özgürlük Heykeli'ni görüp geri geleceğiz. Hava inanılmaz kapalı. Fotoğraflar bile piksel piksel seçiliyor. (Ah ah eskiden SB çekerken grenli olmuş bunlar derdik, ne günlerdi.)


Manhattan silüetinin bir görünümü. Yüksek bina, 11 Eylül'de yıkılan Dünya Ticaret Merkezi'nin yerine yapılan yeni Dünya Ticaret Merkezi. Şu anda 541 m. yüksekliği ile NY'un en yüksek binası. 

Az netsiz, Brooklyn Köprüsü


Manhattan Köprüsü

Eh tabi ki Özgürlük Heykeli

 Arkadaki Özgürlük Heykeli'ni seçene 10 puan

Belki bu gezinin en beğendiğim fotoğrafı bu oldu dürüst olmak gerekirse. Evet kendimi yaşlı falan hissediyorum. Benim gibi kamera taşıyan insan az kalmış. 

Komik bir olay yaşadım. Şimdi ben gezmeden önce çalışırım. Kabul etmem lazım NY için çok çalışmadım ama plansız, spontane bir şeyler olsun zaten iki güncük, temelleri biliyoruz demiştim. Empire State'in tepesindeyken elimizdeki haritadan (Empire State'e girerken çok güzel bir harita satıyorlar 5 dolara. Kendime almadığıma pişman oldum. Durduğunuz terastan neleri göreceğinizi 360 derece çizmişler çok güzeldi) Haritadan köprülere bakıyorduk. Arkadaşım köprülerden birini göstererek şu Brooklyn Köprüsü dedi. Elindeki haritaya baktım hayır değil öteki Brooklyn Köprüsü dedim. Hayır bak bu işte dedi. İyi dedim üstelemedim. Olmadığından zaten emindim. Sonrasında  tekne gezisinde Williamsburg köprüsünü altından geçerken hangi köprünün adı ne tartışması oldu. Bu köprü Williamsburg Köprüsü dedim. Hayır bu Brooklyn Köprüsü bak yanında fabrika var, Empire State'in tepesinde de göstermiştim sana dedi. Yanımızdaki bir çiftte hayır o Brooklyn Köprüsü değil, bir önceki Brooklyn Köprüsü dedi. Şimdi Brooklyn Köprüsü'nün hangisi olduğunu bilmesem herhangi birisi beni kandırabilir. Ama köprüler bizim Boğaz Köprüleri gibi değil ki. Hepsinin mimarisi farklı birbirinden. Bakın dedim, en baştaki Brooklyn Köprüsü, sonra Manhattan Köprüsü, sonra da Williamsburg Köprüsü geliyor. Ve bana inanmadılar. Açıp hepsine Google'dan köprülerin fotoğraflarını gösterdim. Hayır Brooklyn'den bahsediyoruz. Şu NY'da en merak ettiğim, Paul Auster'ın hala yaşadığı mekan orası. Köprüsünü nasıl bilmem? 


Yağmur şiddetini hayli arttırdı ama Ahmet Central Park'ı görmek istiyordu. Ben de istiyordum ama şemsiyelerimiz bile yetmiyor, parkta ne göreceğimizden şüpheliyim. Hadi dedik gidelim. Ama 34. Sokak'tayız, 59.'ya gitmemiz lazım. Bu sefer metroya bindik, yürümedik. Metroda biraz fotoğraf çektim. Şu 42. Sokak tabelasının altındaki adamın birkaç pozunu farklı zamanlarda çektim. Ve tekrar anladım, insan fotoğrafı çekmek için aynı konu etrafında bir süre çalışmak lazım. 




 En çok bunu beğendim, metro var, adam var, kadın var. Çok New Yorker gibi geldi bana bu fotoğraf. 



Nikon'un neden bazı SB fotoğrafları kafasına göre sepya çektiğini hala çözemedim. 



Tam Central Park'ın kenarındaki metro çıkışından çıkıp parka girdik. Bu havada parktaki tek deliler biz değildik gerçi ama güzelim parkta sucuk gibi olmuş, üşümüş, kendinden bezmiş insanlardık. Çocuklar spor ayakkabılarla gelmişlerdi, ayakları, bacakları, pantalonları her yerleri ıslaktı. Benim durumumsa inanılmaz şizofrenik. Trekking ayakkabılarım vardı, ayaklarım kuruydu. Ama pantalonum dizlerime kadar ıslanmıştı. Dizimden sonra paltom olduğu için gene kuruydum. Hava çok soğuk olduğundan değil ama ıslaklık sebebiyle çok üşüyorduk. 


Sanki şehirde değiliz de Karadeniz Yayları'ndayız. Böyle iner NY'a yağmur.



 Yağmurun altında şapşal şapşal duruyorlar. Yazık:)


Bu evlerde oturmak nasıl olurdu acaba? Belli başlı parklar haricinde hiç yeşillik olmayan NY sokaklarına değil, Central Park'a bakıyor evin. Üstelik yağmurda tependen iniyor.


Esasında otobüs biletlerimiz gece 00.40'a idi ama çok ıslandığımız için biletleri değiştirelim dedim. Biraz mızıkçılık ettiğimi biliyorum, ama eğer akşamı geçirip gece otobüsüne bineceksek düzgün bir yerlerde oturup yemek yemeli, bir bara gidip biraz bir şeyler içmeliydik ve çok emindim ki çocuklar bunu yapmak istemeyeceklerdi. Daha önceki yazımda dedim mi bilmiyorum ama sürekli olarak ilerleyelim hadi diyorlar, sokaklarda koşuşturuyorlar, hiçbir şeyi yeteri kadar incelemiyorlardı. 10 sokak görmektense bir sokağı adam akıllı görmeyi tercih ederim ama sanırım bizimkiler o kafada değildi. Sokaklarda daha fazla sürünecek halim kalmamıştı. Üstelik zaman geçirmek için Madam Tussend Müzesi'ne mi gitsek diyorlardı. Oraya gideceğimize Metropolitan'a yada National Historic Museum'a gidelim dedim dinlemediler. Ben de şu balmumu heykellerden ne anlar insanlar hiç anlamıyorum. Korkunçlar bence. O yüzden de madem The Met'i görmüyoruz, 30 dolar verip balmumu heykel görecek değilim, evime dönerim daha iyi. Neyseki onlar benden ıslaktı. 18.40 otobüsüne bilet bulduk. (Biletleri değiştirmek mümkün olmadı, 24 saat öncesinden değişiklik yapmalıymışız) 30ar dolar daha harcadık, dediğim gibi bu 30 dolarımı Met'te harcamak isterdim.

Dönüşte Macy's mağazasını görmek istediler, biraz orada oyalandık. sanırım en eski Macy's mağazası. İçerde güzel yılbaşı süslemeleri vardı ama çoook kalabalıktı. 


Metro havalandırmaları ile ilgili olduğunu tahmin ettiğim ufak bir yangın tehlikesi de atlatıldı. 








Ben NY'u çok sevdim, Uğur'un dediği gibi, bitişik nizam gökdelenler şehri esasında ama hiç uyumuyor, çok canlı. Pek çok dinamiği var. Yapılacak çok şey, görülecek pek çok yer var. Kabul ediyorum, NY'da neleri göreyim diye Google'dan bile arasanız hep bina adları çıkıyor. Binaları da görün tabii ama artık inşaat sektörü kimsenin aklını başından almıyor. Onun haricinde de görülecek güzellikler, yürünecek caddeler, tanışılacak insanlar, içilecek içkiler var. 

Haşçakal NY. En kısa zamanda tekrar görüşmek üzere.


Hiç yorum yok: