3 Ağustos 2011 Çarşamba

I Dreamed of Africa- Sun City

Merhaba;

Aylar süren sessizliği bozdum sonunda. Gerçi beni diğer blogdan okuyanlar bu seneyi çok zor geçirdiğimi biliyorlar. Yeterlik derken ne gezmeye gidebildim, ne fotoğraf çekebildim. Ah ah evliliğimin ilk yılını böyle mi hayal etmiştim oysa:( Mayıs ayında bir arkadaşımın düğün fotoğraflarını çektim, onları işleyip, gelin ve damattan izin alıp, alabilirsem blogda paylaşmaya bile zaman ayıramadan tekrar yeterliğe girdim. Haziran ayında da biraz tezimle ilgili çalıştım ki sonunda bir senedir uğraştığım Güney Afrika kongresi geldi çattı.  Öncelikle temel iki bilgi vereyim, Güney Afrika Türk vatandaşlarından vize istemiyor. Türkiye'den gelen insanların herhangi bir aşı olması da gerekmiyor. Ama Kruger mesela sıtma bölgesiymiş, bu yüzden dikkat edip iyice araştırmakta fayda var. Biz aşı olmadık giderken. 

9 Temmuz'da kalabalık bir grup olarak Güney Afrika'ya gittik kongre için. İstanbul-Johannesburg (ki Güney Afrika'da kısaca Jo'burg diyorlar) arası THY ile direk uçulabiliyor ve yaklaşık 9 saat sürüyor. Ben hiç bu kadar uzun süre uçmamıştım. Giderken sıkılmadım ama dönüşte sıkıldım nedense.  Yalnız gidiş yolunda çok tatsız birşey yaşadım ki bunu paylaşmak istiyorum. Uçağımız gece 23.35 gibi bir saatteydi. Sabah eczaneden vitamin ve böcek ilacı aldım, ödemeyi de kredi kartımla yaptım. Bir sorun çıkmadan ödedim. Gece havaalanında Maximiles'ın lounge'unda oturmak istedik. Bunun için kredi kartınızdan 1 lira gibi bir rakam çekiyorlar. Kapıdaki görevli kredi kartınızın kullanım süresi dolmuş sizi alamam dedi. Afalladım çünkü kartı daha 5-6 saat önce kullandım bir sorun çıkmadı. Bir daha dener misiniz dedim. Görevli son derece terbiyesiz bir şekilde denesem ne değişecek bunun süresi dolmuş dedi. Gerçekten de son kullanma tarihi Haziran ayıymış. Biz Temmuz'un ortasına gelmişiz ama benim yeni kredi kartım elime ulaşmamış. Bankayı aradım ama hiçbir çözüm bulunamadı. Lounge'a hocalar aldı beni onda sıkıntı yoktu ama sonuçta yurtdışına çıkıyorum ve kredi kartım çalışmıyor. Yaşadığım sinir bozukluğunu varın tahmin edin. Gözlerim doldu resmen. İş Bankası'na bir böyle işe iki diye saya saya uçağa bindim. Bu olay ayın 9unda oldu. Kuryenet bana ayın 13ünde mesaj attı geldik bulamadık diye.Ve sonuç olarak öğrendim ki kartım kargoya 10 Haziran'da verilmiş. Kuryenet gibi sorumsuz bir taşıma firması daha görmedim. Tek işleri kart dağıtmak ve onu da beceremiyorlar. Bunu da yaşayan ilk insan ben değilim. Uğur'un banka kartını da 5 kerede getirebildiler ve internette haklarında yüzlerce şikayet var. 


Tabi ki Güney Afrika'ya giden herkesin yaşayacağı klasik sıkıntı, güvenlik olacaktır. Biz de gitmeden önce çok endişeliydik. Herkese sorduk, mailler attık, sayfalarca blog yazısı okuduk ama sonuç olarak bunun bir tane doğrusu yok. Evet güvensiz ama bizim başımıza birşey gelmedi. Ama bu sizin başınıza birşey gelmeyeceği anlamına gelmiyor. Cape Town'lu arkadaşlarımızdan birisi buradaki suç oranı belki Türkiye'den daha düşüktür ama buradaki suçlar çok vahşi demişti. Haksız sayılmaz. 

Ama Cape Town'dan önce ilk durağımız kongre merkezi olan Sun City. Jo'Burg'e yaklaşık 3 saat mesafede, çölde bir vaha gibi Sun City. Etrafı çöl olduğundan değil ama hiçbiryerin ortasında yükselen tropik bir tatil cenneti. Sun International diye bir grup yapmış. İçinde 4 tane otel vardı, bu otellerin hepsi aynı gruba ait. Aralarındaki lükse göre fiyatlandırma yapmışlar. En lüksü Palace of the Lost City diye bilinen otel. Biz zavallı devlet memurları tabi ki orada kalmadık. Bütün otellerin iç dekorasyonu fazlasıyla kitch. Her yer  altın varaklı. Yapay bir dalga havuzu, vadiler, sular, şelaleler var. Bütün bunların sebebi ise kumar. Güney Afrika'da da yasak olan kumar sadece Sun City'de serbest. Las Vegas'ı görmedim ama kumarhanelerde pek bir numara yok gibi geldi bana. Biz gittiğimizde Güney yarım küre kıştı. Hava durumu da enteresan. Sabah erken saatlerde ve akşam güneş batınca o akdar soğuk oluyordu ki dayanamıyorduk. Öğlenleri ise sonbahar gibi, montla ceketle oturulabiliyor dışarda. Ama içerde oturmak istiyorsanız montun üzerine polar battaniye öneriyoruz. Klimalar o kadar çok çalışıyordu ki hepimizin burnu tıkandı, dudakları çatladı, boğazı şişti. Neden kışın ortasında buz gibi klima çalıştırdıklarını hiç anlamadık. Babun ve maymunlar Sun City'de rahatlıkla ortalıkta dolanıyorlar bu yüzden de onları görmek kedi görmek gibi. Babunları değil ama maymunları gördük. 

 Odamızdan gün doğumu manzaraları
Maymun

Valley of the waves denilen vadiye çıkışta bir köprü yapmışlar üzerinde filler var. Her saat başı bir deprem yaratıyorlar köprünün üzerinde. Maymunlar bağırıyor, köprü sallanıyor, dumanlar çıkıyor. Tam bir gösteri yani.
 Bridge of Time

İkinci gece sosyal etkinlik olarak kültürel gece yapıldı. Bu gece açık havada yapıldığı için biraz soğuktu. Bozkırın içinde bir yerde bir müddet yerli müzikleri dinledik, sonra hepimize dağıtılan darbukalarla müzik yaptık. Bizi yönlendiren müzisyen kadınlardan ve erkeklerden bazı sesler çıkarmalarını istedi. Erkeklerinki zordu ama kadınlarınki zılgıt çekmekti. Sonra da bize geleneksel tatlılarını yedirdiler. Bu geleneksel tatlı ise vezir parmağı gibiydi. Bozkırda giderken gördüğümüz hayvanlarsa tavuktan ibaretti. Sonuç olarak bence bizi havada 10 saat uçurup Kırşehir'e indirmişler diye dalga geçtik.
Tavuk

Afrika'da yapılacak en önemli şey tabi ki safariye gitmek. Kruger uzak olduğu için öyle bir gezi ayarlayamadık, biz de yakındaki Pilanesberg Parkı'na gittik. Esasında safari yapılacaksa gece parkta kalınması gerekiyor. Böylece aslanları uyandıkları zaman görebilirsiniz. Ama bizim böyle bir şansımız yoktu. Bir yandan da kongreye katılmak zorunda olduğumuz için sadece yarım günlerimiz kalmıştı gezebilmek için. Saat 11de başlayan bir geziye katıldığımız için aslanları görmemiz olasılık dışıydı Aslan görebilmek için gece gezisine çıkmalısınız ama bu mevsimde çok soğuk oluyor dayananmak çok zor dedi rehberimiz. Pilanesberg çok büyük bir park ama anladığım kadarıyla hayvan sayıları çok fazla değil. Örneğin yaşayan sadece bir tane çita varmış. O bir tane çitaya denk gelmek büyük şans. Tabi safari arabası ile gezdiğimiz için rüzgardan ve soğuktan başımızın gözümüzün ne kadar ağrıdığını hatırlatmama gerek yok. Biz bir tane hippopotamın kulağını, bir tane gergedan, bir tane zürafa, üç tane fil bir miktar impela ve zebra gördük. Bir de çook uzaktan timsah gördük diyebiliriz. 


 Zebralar



  1.  Anne fil ve iki yavrusu

 Numunelik zürafa (Eğer görebilirseniz:))

İmpalalar

Etrafta hiç aslan göremeyince ertesi gün aslan parkına gitmeye karar verdik. Aslan parkı denilen yer  bir grup yırtıcı hayvanın olduğu hayvanat bahçesi esasında. Bütün kediler vardı. Hatta Afrika'da hiç olmamasına rağmen  kaplanda getirmişler. Rehberimizin söylediğine göre bir tarafınızda leopar öteki, tarafınızda kaplan varsa leopara doğru koşmanız gerekitmiş çünkü leopar eğer ki çok yaşlı ve avlanamayacak durumda değilse insana saldırmazmış. İnsanların ona zarar verdiğini bilirmiş. Oysa kaplanla kedigillerin en büyüğü olduğu için böyle bir şey yaşamazmış. Bir erkek aslan günde 20-40 kez arası çiftleşmek istermiş ve biz oradayken bunu da gördük. Evet sapık gibi izledik bir de. Sanki ne farklı olacaksa:) Parktaki aslanların çoğunluğu beyazdı. Bu aslan türü koruma altına alınmış doğada yoklarmış. Aslanlar diğer kedilere göre çok yavaş oldukları için tek şanları gizlenmek oysaki beyaz aslanlar renkleri yüzünden farkediliyorlar ve aç kalıyorlarmış.Yırtıcılar içinde en iyi anne babalığı sırtlanlar yaparmış. 
 Kaplan
 Aslan

Çok şakacılar

Son yaptığımız etkinlik ise fil sevmeye gitmekti. Bir parkta eğitilmiş filleri sevebiliyorsunuz, besleyebiliyorsunuz. Fil yaklaşık 5 tonluk bir hayvan. Ama hayvanlar resmen ingilizce öğrenmişler. Trunk up dediğiniz zaman hortumunu kaldırıyor ve böylece yemi ağzına koyabiliyorsunuz. Ama bunun için elinizi filin ağzına sokmanız gerekiyo. Bundan korkabilirsiniz, bu yüznde de yemi yere atarsanız da hortumları ile toplayıp yiyebiliyorlar. Derileri muşamba gibi, çok sert. Üstelik üstünde seyrekte olsa kıllar var onlar da plastik fırça gibi. Yavru filler bile kırış kırışlar. Resmen fosil doğuyor hayvanlar. Fillerden birisi biraz afacandı. Hortumunu oraya buraya salladığı için ben tedirgin oldum. Benim tedirgin olduğumu anladı galiba hayvan ve geri çekildi. Ben bulunduğum yerden ayrılana kadar da geri gelmedi. Düşünülenin aksine yavru filler henüz eğitim almadıkları için daha tehlikelilermiş. Rehberimiz size vurursa yerden kalkamazsınız dedi.
 Evcil fil!





Afrika'ya giderken en büyük endişemiz ne yiyeceğimizdi. Biliyorsunuz İspanya'da falan çok sorun çekmiştik ama burda hiç sorun yaşamadık diyebilirim. Bir kere domuz yemiyorlar, etleri inanılmaz lezzetli. Hep ızgara et bulunabiliyor. Bugüne kadar yediğim en lezzetli ananasları da gene orada yedim. Zaten en meşhur tatlıları vezir parmağı. Bu yüzden de yemek konusunda neredeyse hiç sıkıntı çekmedik. 

Açıkçası sadece turistik amaç güdülerek yaratılmış bir yer olan Sun City bende herhangi bir iz bırakmadı. Sadece hayvanları gördüğüm için mutluyum. Yarın yetiştirebilirsem Cape Town yazısı yazacağım. Orda gerçek Afrika ile ilgili görüşlerime bolca yer vereceğimi düşünüyorum. 


NOT: Fotoğraflara tıklarsanız büyürler

Hiç yorum yok: