19 Ağustos 2011 Cuma

I Dreamed of Africa- Cape Town 2. Gün

Biliyorum söz verdiğim hızla yazamıyorum, elimi oyalayan işler olduğundan değil ama nedense bir bezginlik, bir yorgunluk var üstümde. Bu sanırım tatil yapmamaktan kaynaklanıyor. (Gözün doysun sayın yazar, taa Afrika'ya gittin).

Evet geldik Afrika seyahatinin son gününe. Cape Town. İkinci gün. Sabah erken kalktık. Öce evin aşağısında bulunan markete gidip bir kaç parça yiyecek ve su alıp kahvaltı edelim dedik. O gün pazar. Markete giden yol yokuş aşağı. Yokuşun dibinde bir zenci bağırıp çağırıyor. Tabii güvenlik takıntılı Türkler huylanıyorlar. Biraz ilerlese ya, orda bağırmasın, zaten pazar pazar neden bağırıyor ki diye düşünürken bir anda hiç bir yerin ortasında bir abi fırlıyor sokağa. Abinin üçgen vücudu var. Üzerinde tişört yok, ayağında da ayakkabı. Sadece pijaması ile fırlamış ve zenci çocuğa bağırıp birşeyler söylüyor. Heralde ne bağırıyorsun gelirsem oraya seni döverim gibi şeyler. Çocuk bağırıyor, abi buna doğru koşuyor. Adam baya çıplak ayak çocuğu kovalıyor. Hani adam çocuğu yakalasa belinden ikiye kırıverir. Ama çocuk genlerinin üstünlüğünü kullanıp adamdan hızla kaçıyor, yolun karşısında kovalamaca devam ediyor. Adam çocuğu yakaladı mı yakalamadı mı bilemiyoruz.


Kahvaltıdan sonra bizi gelip rehberimiz aldı, ilk durağımız Fok Adası. Fok Adası küçük bir kayalık alanda yuvalanmış onlarca fok balığından oluşuyor. Tekneyle 15 dakikalık bir yolculuk sonunda ulaşılıyor. İki karşılıklı kayalıktan sadece bir tanesini foklar mesken edinmişler, diğeri ise bomboş duruyor. Ayrıca fokları avlamak için gelen köpekbalıklarının da uğrak noktası(ymış). Biz görmedik. 

Foklar çok sevimliler evet, ama koku dayanılmaz gerçekten de. 15 dakikalık bir seyirden sonra yeteri kadar fok gördüğünüze kanaat getirebilirsiniz. Bu koku Fok Adası'ndaki kadar yoğun olmasa da bütün okyanus boyunca kendini tekrar ediyor. Bence okyanustaki yosunlardan kaynaklanıyordu. 


Foklara gitmek için limanda tekne beklerken oradaki el snaatları tezgahlarından alışveriş yapabilirsiniz. Esasında bir yığın ıvır zıvıra para vermiş oluyorsunuz. Ama sonuçta insan oradaki tahtalara da kendini kaptırmadan edemiyor. Sıkı pazarlık şart. Rehberin söylediğine göre, indikleri fiyattan daha da aşağı inmedikleri nokta pazarlığın sonuymuş. Onun altına gerçekten de pek satmıyorlar. Ayrıca gene rehberimizin dediğini göre bu market şehir merkezindeki Green Market Square'e göre çok ucuzmuş ama karşılaştırma yapamam çünkü rehberimiz iki gün üst üste bizi allem edip kallem edip Green Market'a götürmemeyi başardı.



İkinci durak Ümit Burnu ve Cape Point. Ümit Burnu'nun hikayesi malum, öncelikle buranın Afrika kıtasının en Güney ucu olduğunu sanmış Bartelomeu Dias ama daha sonra buranın en güney değil en güney batı uç olduğu anlaşılmış. Gidip en güney batı uçta fotoğraf çektirebilirsiniz. Fotoğraf için de acayip bir sıra vardı, benden söylemesi.
Cape of Good Hope'dan sonra gerçek en güney uç olan Cape Point'e gidiyoruz. Cape Point'e de bir kaç yürüyüş yolu mevcut ama biz gene teleferikle yukarı çıktık. Malum sadece bir günümüz var. GÖrülecek yer ise çok. Cape Point'te de muazzam bir kalabalıkla muhatap oluyorsunuz tabi ki. Ama manzarası gerçekten de muhteşem. Özellikle biz gittiğimizde sislerin ve nemin de etkisi ile arka taraftki False Bay ile çok etkili bir görünüm vardı. 
 Bir tarafınız Hint Okyanusu, diğer tarafınız da Atlas. Muhteşem.
False Bay
En sonda ise penguenleri göreceğiz. Esasında penguen dediğin şey buzullarda olur değil m? Ama bunlarda zaten görmeye alışkın olduğunuz imparator penguenleri değiller. Jackass penguen denilen bir türler. İnsanlara saldırıp ısırıyorlar, o yüzden kucağınıza almaya kalkmayın. Aama güzellikleri su götürmez bir gerçek. Bir de inanılmaz komikler bence. Kendimi kaybedip 150 tane penguen fotoğrafı çekmişim.



Gene penguen koyunun girişinde de alışveriş yapabileceğiniz birkaç tezgah var. En çok rağbet gören ürünler boyanmış devekuşu yumurtalarıydı. Esasında el boyama olanların fiyatları binlerce euroydu ama eğer çok beğendiyseniz el boyama olmayanlarını da 15 euro gibi bir fiyata alabilirsiniz. 
Burdan sonrası Simon's Town üzerinde eve dönüş yolu. Ama buraya kadarı ile ilgili birkaç şey yazmak istiyorum. Bir kere mesafeler çok uzun. Yolda bazı yerlerde hayli virajlı. Midesine güvenmeyenlerin uyumasını öneririm. Benim görebildiğim kadarı ile buralar bir toplu ulşaım falan yok. Eğer bizim gibi bir tur ile gitmiyorsanız en mantıklısı araba kiralamak olacaktır. 

Yol boyunca belki de binlerce bisikletli gördük. Hepsi de asfalt bisikleti kullanan insanlardı. Akşam öğrendim ki lisanslı 40000 bisikletçi varmış Cape Town'da. İnanılmaz bir rakam bence. Zaten yollarda asfalt bisikleti kullanmaya çok uygun. Öyle çakul çukul yol yok. Her yer jilet gibi asfaltlanmış .Ayrıca neredeyse Ümit Burnu Milli PArk girişine kadar olan yolda inanılmaz güzellikte villalar vardı. Hepsinin özel plajları, otoparkları falan var. Sanki Brezilya dizilerindeki zenginlerin evleri gibi. Belli ki bunların hepsi beyazların .Binlerce bisikletliden sadece iki tanesi siyahtı. Yani para gerektiren şeyleri beyazlar yapıyor. Güzel evler de beyazların. Açıkçası yaşamın güzel noktaları hep beyazların elinde. Jo'burg'de, Cape Town'da bu kadar şiddet olaylarının olmasının sebebi de bence siyahların ne yazık ki hala eziliyor olması. Ümit Burnu yolu üzerinde bir tane kasaba vardı. Baya bakımsız ve eskiydi. Sakinleri de hep siyahtı. Ne yazık ki ırkçılığı hala iliklerinize kadar hissediyorsunuz. 

Gezimize döneyim. .yol boyunca gördüğünüz güzelim plajların hepsinde köpek balığı saldırıları oluyormuş. Gözlem kulelerini falan görmek mümkün zaten. Asla ben burda yüzmem dedim.. Ayrıca Eylül ayında balinalar geliyormuş ve balina gezileri yapılabiliyormuş. İşte onları görmek isterim:)

Akşam yemeği için çok lüks bir restauranta gittik. Green Point'teki Beluga Restauran. O kadar lükse ve ihtişama rağmen fiyatlar İstanbul fiyatlarının yarısı, yemekler değişik balıklar, kaz ciğeri,  antilop, devekuşu gibi değişik menu. Tavsiye ederim. Çok başarılıydı.

Ertesi gün uzun bir yolculuğumuz var. Önce Cape Town-Jo'burg. Sonra Jo'burg-İstanbul. Zaten günün yorgunluğuyla da kafamızı yastığa nasıl koyduk bilmiyorum.

İlginç bir bilgi ile kapatayım. Güney Afrika eşcinsel evlilikler yanılmıyorsam 1992'den beri serbest. 

Kapanışı da Gimme Hope Jo'anna ile yapayım.

2 yorum:

Berker dedi ki...

o gün cumartesi değil mi yav :)

sezenyildirim dedi ki...

koşan abiyi diyorsun dimi? benim de kafam karıştı. biz pzar günü ordan mı yola çıkmıştık? devrelerim yanmış. galiba cumartesiydi ya:)