5 Ağustos 2014 Salı

Once in a Lifetime: Las Vegas

Las Vegassss!!!

Evet geldik ABD maceramızın en tuhaf bölümüne. Filmlere konu olan, efsanevi Las Vegas. Bir kere git, bir daha gitmek ister misin bilemem:D

Los Angeles'tan Çinli otobüs turu ile Las Vegas'a yola çıkıyoruz. Öncelikle kaldığımız otelden otobüsün kalktığı noktaya ulaşmamız lazım ki bunun için gene metroya bindik. Ondan sonra da bir 5 dakika yürüdük tabi ki benim kalp çarpıntılarım ve söylenmelerim eşliğinde. Sabahın köründe Los Angeles sokaklarında kimse yoktu, bu belki de iyi bir şey bilemiyorum ama başımıza bir iş gelmeden otobüsümüze ulaştık. Bir otobüs dolusu çeşitli yaşlarda Çinli ile beraber yola çıktık. Neden Çinli turu tercih ettiniz derseniz tamamen duygusal diyebilirim. Biz üç kişi gezdiğimiz için 2 kişi fiyatına 3 kişilik tur veriyorlardı ve kişi başı aşağı yukarı 60 dolara geliyordu. Ama burda bir parantez açayım, açıkçası benim tavsiye edeceğim bir tur olmadı. Bir kere Los Angeles'tan Las Vegas'a ulaşmamız 5-6 saat hatta belki biraz daha bile çok sürdü. Manzara tabi ki tuhaf bir çöl manzarasıydı ve ben çok sıkıldım. Rehberimizin İngilizcesi çok düzgündü ama her anlattığı şeyi bir de Çince anlatıyordu. Çince nasıl kafa ütüleyen bir dil anlatamam size. 

Akşam üzeri Strip'in en ucundaki otelimize vardırk. Circus Circus. Otelimiz eskiydi ama kötü değildi. Las Vegas'ta bütün oteller kumarhane ve büyük otellerin de hepsi bir tema üzerine kurulu. Bizimkinin temasını anlamak zor değil tabii. O sirk teması bana nasıl bastı size anlatamam. Temiz bir otel olmasına rağmen ben nefret ettim. 

Otele ulaştıktan sonra rehberimiz bizi akşam turuna çıkardı ve belli başlı otellerin içini gezdik. Aşağıdaki çiçekler ve çikolata şelalesi Bellagio'nun içindeler mesela. Bellagio hangi otel derseniz, Ocean's Eleven'ın geçtiği otel diyeyim.  Yarım saatte bir önündeki havuzda çok güzel bir su gösterisi oluyor. Biz iki kere izledik. Bir kaç farklı senaryo var. Bir kaç kere daha izlemek isterdim açıkçası. 
  









Paris temalı oteli gezmedik ama Venedik'i bolca gezdik. Hatta ertesi gece tekrar gezdik. Resmen San Marco Meydanı'nın aynısını yapmışlar. Kanallarda gondolla gezebiliyorsunuz, etraftaki dükkanlardan alışveriş yapabiliyorsunuz. Bizim en çok etkilendiğimiz otel bu oldu galiba. Bir de Ceasars Palace (ki kendisi de Hangover 1'in çekildiği oteldir) çok hoşumuza gitti. Para var huzur var diyeceğim ama Las Vegas öylesine tuhaf bir yer ki huzur var mı emin değilim. Mesela aşağıdaki fotoda da Old Town'ı görüyorsunuz. Burayı biraz hareketlendirmek için tavana LED ekran koymuşlar. Yaklaşık 1 km uzunluğunda bir caddenin üzerinin LEDle kaplandığını düşünün. İşte abuklukta son nokta bu diyebilirsiniz. Bir taraftan da her tarafta eskort kızlar, vücutların pazarlandığı bir sektör. Sadece kadınlardan bahsetmiyorum esasında erkeklerde böyleydi. Üstelik uyuşturucu kullanımınında çok yüksek olduğunu görebilyorsunuz. Burda sanki yaşlı muhafazakar teyzeler gibi konuştuğumu düşünebilirsiniz ama inanın ki öyle değil. Gencecik bedenlerin pazarlanmalarından bahsediyorum size. Açıkçası Las Vegas benim çok bayıldığım bir yer olmadı. Rahatsız oldum, huzursuz oldum. Zaten çölün ortasında yapay bir şehir. Sevmedim sevemedim. 





Ertesi gün sabah erkenden yola çıktık. Hedefimiz tabiki Grand Canyon'a ulaşmak. Biz daha çok kanyon görmek için South Rim'e gittik. Eğer ki daha turistik bir tur yapalım, zaten o kadar saat yol gidemem derseniz sizi North Rim'e alırız. Orada üstelik meşhur airwalk'u da kullanabilirsiniz. Bu arada, Grand Canyon'un gelirleri o bölgenin Kızılderili topluluklarına aktarılıyormuş. Biz saatlerce yol gittikten sonra South Rim'e vardık. Şunu söylemeliyim ki, i-na-nıl-maz etkilendim. Colorado Nehri'nin milyonlarca yıldır bu kayalıkları oyması ve şekillendirmesi baş döndürücüydü. Bize burda ne yazık ki sadece 45 dakika verdiler. Ki 45 dakika çok az bir süre. Gözlerim acıyana kadar bu çorak manzarayı izledim. Size  bir not düşeyim, Las Vegas'ın aksine burası hayli serin. Üzerinize kalın bir şeyler alın mutlaka. 

Not: Buraya daha çok Grand Canyon fotosu ekleyeceğim.  










Bir de dönüşte bizi Hoover Barajı'na götürdüler. Bu barajı da Transformers filminden hatırlarsınız. Arizona ve Nevada'nın eyalet sınırında. Görmezseniz bir şey kaybeder misiniz bilmiyorum. İki elektrik mühendisi olarak bizim bile ilgimizi pek çekmedi. Generatörünü, türbinini görmedikten sonra uzaktan baraj görmüşüm ne olacak:) Yalnız geçenlerde enteresan bir şey okudum. Dünya üzerindne insanlar silinse ne kadar sürede neler olur diye, bütün barajlar ve nükleer santraller durmasına rağmen Hoover Barajı özel yapısı nedeniyle bir  süre daha elektrik üretmeye devam edecekmiş. 

Son günümüzde gene Los Angeles'a dönmekle geçti. Keşke Los Angeles yerine Las Vegas'tan  alsaymışız uçak biletlerimizi ama bilememişiz.  

Size çok komik bir hikaye anlatacağım LA havaalanına ulaşmamızla ilgili ama o da bir sonraki yazıya kalsın artık. 

Burada bir dip not düşeyim. Çinli turlar evet çok ucuzlar ama tavsiye etmiyorum. Biz hem baya yorulduk, hem de esasında çok az yer görebildik. Eğer ki araba kullanabilirim derseniz LA'den araba kiralamak mantıklı olabilir ama mesafe çok uzun, tek şöförle o iş biraz zor olur. En az 2 kişi araba kullanabilirseniz öyle yapın. 

Biz pek kumar oynamadık. Zaten rulet falan bilen yok aramızda. Tek yapabileceğimiz kollu makinalar. Ben de onlardan Güney Afrika'da yeteri kadar oynadığım ve sıkıcı bulduğum için pek bulaşmadım açıkçası.  

Hiç yorum yok: