12 Temmuz 2014 Cumartesi

Batı Yakası'nın Hikayesi: San Diego

Merhaba;

Amerika'dan dönüşümün üzerinden iki ay geçti. Evet kabul etmem lazımki uyum sağlamakta çok zorlandım. Hatta hala zorlanıyorum. Hele her gün metrobüse bindiğim düşünülürse.... Gerçekten de hiç sevmiyorum metrobüse binmeyi. Neyse. 

Ben Amerika'dayken, dönüşümden 15 gün önce Uğur ve Nergis geldi. Biraz gezelim dedik.New York-Washington ve California'yı içeren bir gezi yaptık. Hatta New York'ta çok eski arkadaşlarımızla da buluştuk. Şimdilik New York-Washington fotoğraflarını es geçiyorum, direk Batı Yakası'ndan başlıyorum. 

Washington-Los Angeles uçuşu yaklaşık 5.5 saat. Uçağımızın pilotu sağolsun çok şakacıydı, "sizi 5 saatte LA'e indirdim" dedi.  DC'den gece yarısı yola çıkmıştık, sabah hayli erken bir saatte LA'deydik. Hemen araba kiraladık çünkü ilk hedefimiz San Diego'daki Safari Parkı. Bu gezide ülkenin büyüklüğünü tam olarak plana katamadığımız için ufak tefek yol hataları yapmışız. Mesela neden LA'e indik ama San Diego'ya inmedik? San Diego ile ilgili yaptığımız araştırmalarda hep Meksika'daki bir sınır şehri olan Tijuana göze çarpıyordu. ABD vizeniz ile geçiş yapabiliyorsunuz. Meksika tarafına geçmek çok kolay olsa da, ABD tarafına geçiş o kadar kolay olmuyormuş ve 5 saat falan sıra bekleniyormuş. Gitsek mi gitmesek mi diye günlerce düşündük ve sonunda benim vizem bizim yerimize karar verdi. Benim vize tipim turist vizesi değildi, ve zaten sürem dolmuştu. Ancak süremin doluşundan itibaren 1 ay içinde ülkeden çıkış yapmam gerekiyordu. O yüzden Meksika'ya geçemeyeceğim belli olunca biz de San Diegoda sadece Safari Parka gitmeye karar verdik. 

Bir kere ABD'de navigasyon cihazı olmadan araba kullanmak neredeyse imkansız. Hatta navigasyonla bile imkansız gibi. Özellikle LA'de yollar çok karmaşık. Bütün o 8-9 katlı otoyollar burda gibi. Bir de Uğur'un indirdiği navigasyon programı hayli kötüydü. GPS ile pozisyonumuzu geç buluyordu. Hem de konuşmuyordu. Bu yüzden pek çok çıkışı kaçırıp, saatlerce yolda dolanıp durduk. Teoride 2 saat sürmesi gereken yol aşağı yukarı 3.5 saat sürdü. Gecenin yarısından beri ayakta olduğumuz da düşünülürse hayli yorucu bir gün geçirdiğimizi tahmin edebilirsiniz. 

Safari Park devasa bir hayvanat bahçesi esasında. Ama hayvanlar kafeslerde değiller ya da devasa kafeslerdeler. Böylece mesela kuşlar rahatlıkla uçabiliyorlar. Hatta kuşları görmek için siz o kafeslere giriyorsunuz, omzunuza çıkıp kafanıza konuyorlar. Tabi ki en sonunda insanı gene de biraz huzursuz ediyor ortalık çünkü ne olursa olsun orası bir hayvanat bahçesi. 



Örneğin keçileri sevebiliyorsunuz, daha doğrusu kaşağı ile temizleyebiliyorsunuz. Ben keçinin sinirlenip saldırabileceğini bildiğim için pek yaklaşmak istemedim. Önce korkaksın diye benimle dalga geçen Uğur ve Nergis'in atarlanan keçiden nasıl kaçtıklarını kayıt altına almadığım için çok üzgünüm ne yazık ki:) 

Akşam saat 4 gibi fil turu vardı. Filleri oldukları yerden çıkarıyorlar ve bilgilendirici bir konuşma yapıyorlar. Tabi ben Afrika'da büyük bir fil turuna çıktığım için bana çok ilginç gelemdi ama filler gene de çok güzel hayvanlar ve insanı çok etkiliyorlar. 








 Çeşit çeşit kuş var. Her birini hatırlamak mümkün değil. Hepsi birbirinden güzel. 










Safari otobüsleri ile bir tur yapılıyor. Bu turda uçsuz bucaksız bir savanaya çıkmış gibi oluyorsunuz ve pek çok hayvan görüyorsunuz.  





Büyük bir orangutan ailesi vardı parkta. En yaşlısı 1955 doğumlu, en ufağı da henüz bir kaç aylık bir bebek. Anne orangutanın bebeğini emzirmesini izlemek çok güzel bir deneyimdi kabul etmek lazım. 



Baykuş sever misiniz? Ben çok severim. Baykuşların sadece görüşleri çok keskin değilmiş. Ayrıca kulakları asimetrikmiş. Böylece hareket eden bir canlının tam yerini belirleyebiliyorlarmış. Esasında hayli adaletsiz bir durum diğer canlılar için. 


Esasında safari parkta neredeyse bütün güz gezdik, hayli de yorulduk. Otelimizde ne yazık ki LA'deydi. Diyebilirsiniz ki, hadi uçakla oraya gittiniz, bari otelinizi San Diego'dan tutsaydınız değil mi? Yapmamışız işte. Gerçi otelimiz San Diego'da olsaydı ertesi gün LA turu ve Universal Studios turuna yetişemezdik. Neyse. Buraya kadar gelmişken akşam yemeğimizi bari San Diego'da yiyelim dedik ve İmge'nin blogunda okuduğum Coronado Adası'na gitmeye ve tam da onun yazdığı restaurantta yemek yemeye karar verdik. Coronado adası San Diego'ya bir köprü ile bağlı. Köprünün fotoğrafını çekmem mümkün olmadı ama "just Google it." Burası belli ki San Diego'nun askeri üssü. Zaten yolumuzu şaşırdık ve askeriye nizamiyesine kadar gittik. Neyseki acımasız ABD askerleri çekip vurmadı bizi. 



Aşırı yorgun bir halde Candelas on the Bay isimli restauranta vardık. Burası esasında hayli şık bir yerdi, yorgunluktan pestili çıkmış üç kişi olarak baya komiktik. Aşırı lezzetli Meksika yemekleri yemek isterseniz sakın buraya uğramadan geçmeyin.  

San Diego'yu gezemedik ama Coronado'da yaşarız diye düşündük. Bu kadar güzel bir yer nasıl olabilir diye düşündük, ki daha neler görecekmişiz. Gördüklerimiz göreceklerimizin teminatıymış resmen. 

Dönüş yolu ne yazık ki Uğur için büyük bir işkence oldu. Ne ben ne Nergis araba kullanmıyoruz. Uykusuzluğumuz yaklaşık 22 saate vurmuştu otele vardığımızda, ki esasında LA'e ulaşmak değil, LA içinde yolumuzu bulmak çok zor oldu. Benim bir saniye içimin geçmesi yüzünden otoyoldan çıkışı kaçırdık ve yaklaşık bir saat  daha araba kullanmak zorunda kaldık. Dediğim gibi LA'de araba kullanmak navigasyonsuz imkansız, navigasyonla bile çok zor.

Otele vardığımızda yataklarımıza uçarak girdik diyebilirim. Yarın LA turu ve Universal Studios var. Bakalım başımıza neler gelmiş?

2 yorum:

Imge dedi ki...

Candelas On the Bay'i sevdiğinize sevindim. Sayende ben de oraları yeniden hatırlayacağım demek. :) Merakla bekliyorum yazıların devamını.

Sevgiler.

sezenyildirim dedi ki...

İmge gerçekten çok beğendik Candelas'ı. ama zaten güzel olmaması mümkün değildi. Bence çok büyüleyici bir ortamdı. Ertesi gün içinde bir Transformers tavsiyen vardı, neredeyse binemiyorduk ama iyi ki binmişiz. Yazısı yakında geliyor:)

Sevgiler.