3 Kasım 2011 Perşembe

Doğum Günü Partisi ya da Yitip Giden İki Saat


Çok uzun başlık için kusura bakma sevgili okuyucu ama daha iyi dikkatini çekmek istedim. 

Tiyatro sezonu açılınca ilk dikkatimi çeken oyun Doğum Günü Partisi olmuştu. Birkaç gün sonra Yurda bilet alıyorum ben Doğum günü Partisi'ne dedi, çok memnun oldum. Bu sezon izleyeceğimiz ilk oyun buydu. (Şimdilik son oldu, Kasım ayında boşuz ne yazık ki.) Heyecanla Haldun Taner'e gittik.

Çok güzel bir dekor vardı gerçekten de sahnede. Esasında bir evin salonunu ve mutfağını görüyoruz, üst kata çıkan merdivenler, merdivenlerin sonunda da iki oda var. Ama  bütün dekor sahnenin sağına doğru meyilli. bir müddet geçekten de yamuklar mı yoksa biz göz yanılsaması mi diye tartıştık. Oyunda Cem davran, Jülide Kural, Özge Borak, Bahtiyar Engin, Mert Tanık ve Yıldıray Şahinler var. Oyun Nobel Ödüllü İngiliz yazar Harold Pinter'ın.  Zaten oyuncuları nedeniyle bile 1-0 önde başlayan bir oyun nasıl bizde ki bütün kredisini tüketti peki?

Herşeyden önce oyunun konusu ile ilgili küçük bir bilgi vereyim:  Bir sahil kasabasında yaşayan karı koca ve pansiyonlarının tek müşterisi olan bir genç adam. Dışarıdan gelen iki adam ve orada yaşayan bir genç kız. O gün doğum günü olmayan genç adam için bir doğum günü partisi düzenlerler. Ve korkunç eğlence başlar. Evet böyle yazıyor oyunun tanıtımında. Ve tam olarak herşey de böyle devam ediyor. Korkunç bir eğlence başlıyor.

Az çok entellektüel birikimi olan birisiyimdir diye düşünüyorum. Hayatımda hiçbir zaman böylesine sıkılmadım. Ben oyundan resmen hiçbir şey anlamadım. Arada uyudum, insanlar kahkaha attı, uyandım. Kesinlikle gülünecek hiçbir espri bulamadım. Oyun iki saat sürdü. Tiyatro oyunları ne yazık ki sinema gibi değil, sıkıldım çıkacağım da diyemiyorsunuz. Öylesine bunaldım ki salon üstüme üstüme gelmeye başladı.  Üstelik bu durumda olan sadece ben değilmişim. Sonradan internetten okudum, bizimkilerle de konuşunca anladım ki bu gerçekten de bir sürü insan benimle aynı şekilde düşünmüş. Şurada bir yazı var, oyunu anlamak için öncelikle çalışıp gitmeli ve Pinter'ı anlamamız gerektiğini belirten. Ne yazık ki ben böyle düşünmüyorum. Çalışıp gitmediysem bile, az çok eğitimi olan herkesin bir oyunu anlayabilmesi lazım bence. 

Şehir tiyatrolarında izlediğim en kötü oyun Leonce ile Lena'ydı bence. Üstelik onun sahnesi, dekoru falan da çok yormuştu beni. Gotik bir kabusun içine düşüveriyordunuz zaman zaman. Metinde birkaç güzel gönderme vardı ama yanlış hatırlamıyorsam ziyadesiyle uzun bir oyundu o da. Bu yüzden de göndermeler de uzun textins içinde kaybolup gidiyordu. Ama Doğum Günü Partisi sanırım Leonce ile Lena'yı bile sollayarak izlediğim en kötü oyun olarak liste başı oldu.

Bu deneyimden sonra Lüküs Hayat'a bilet aldım ki risk olmasın:) 

3 yorum:

Bellanomisma dedi ki...

Sezoşcum, ben de "Dünyanın ortasında bir Yer" adlı oyuna gittim. Çok beğendim. Yakında ben de bloguma bununla ilgili yazı yazacağım. Bu ay da " Tarla Kuşuydu Juliet" adlı oyuna bilet aldım. Üsküdar sahnesine aldım yine.

sezenyildirim dedi ki...

Tarla Kuşuydu Juliet çok eğlenceliydi. DÜnyanın oratsında bir yeri beğendiysen biz de ona gidelim o zaman.

Bellanomisma dedi ki...

Ben senin yorumunu okuduktan sonra, açıkcası askıya aldım "dogumgunu partisi". Dünyanın ortasında bir yer değişik bir oyundu. Açıkcası şehir tiyatrolarında izlemediğim enterasan bir oyundu. Mesela Arapça ve sanırım boşnakçaydı. Bu iki dilin çevirileri tavanda alt yazı olarak tercüme edilmişti. Görsellik vardı. Müzikler biraz yuksek sesle de olsa da oyuna ahenk katmıştı. Çıkarılacak sonuçta güzeldi. Kadın kısmını fazla sıkmayacaksın, egemenliğin altına almayacaksın bir tokat atar sana feleğin şaşar diye özetleyebiliriz:)) Bu arada devlet tiyatrosunda bir oyun var, Ona mutlaka önümüzdeki ay gideceğim. İsmi "At". Tarihte, Roma impatoru Caligula'nın atını çok sevdiğinden dolayı consul yaptıgı bilinir. Tiyatro oyunu bunu konu alıyor. Komedi:)) Çok eglenceliymiş ve bence kesin öyledir.