16 Kasım 2010 Salı

Balayı Günlükleri- Cadiz

Merhaba;

Bu yazıda neden fotoğraf yok merak ediyorsunuz sanırım. Sebebi şimdi okuyacağınız biraz uzun yazıda. En son sizinle Granada'yı gezmiştik, ve uzun da bir süre yazılara ara vermiştik. Yazmak değil ama fotoğrafları işlemek zor geliyordu, çünkü o kadar uzun saatler bilgisayarın karşısında oturacak kadar çok zamanım yoktu, ki hala yok ama önümüzdeki bayram tatili nedeniyle bugün azıcık tembel oldum ben. Yoksa ev işleri, okul işleri bir yandan da yeterlik derken pek zamanım kalmıyor gerçekten de.

En son Granada'dan yola çıkmıştık. Hedefimiz ise Cadiz. Okyanus kenarında iki gün geçireceğiz ve okyanusta yüzeceğiz. Avrupa'nın en eski yerleşim yeri olan küçücük şehirde iki gün sadece plajda geçecek. Aklımızdaki düşünce bu. Cadiz'e giden otobüs Sevilla'dan geçiyor.. Granada- Cadiz arası  aşağı yukarı 4 saat sürüyor. Şimdi burada yaşadıklarımız biraz bizim şaşkınlığımız ama, biraz da İspanyolların acayipliği. Neyse. Biz Google Maps'ten ve TripAdvisor'dan kalacağımız otelin yerine baktık, ki, esasında bu baya doğal çünkü adresleri anlamak zor olsa da şekilleri kavramak o kadar da zor olmuyor. Mediterrano Otel Cadiz'de deniz kenarında görünüyordu haritalarda. Stadyumu geçince otobüs terminaline kadar gitmeden otobüsten indik, ki elimizdeki haritalara göre de zaten stadyumun hemen karşısındaki aradan sahile inince otel orada olacaktı.Stadyumu geçince hastanenin önünde otobüsten indik ve biraz geriye yürüdük. Çevremize bakındık ama oteli göremedik bir türlü. Uğur beni valizlerle bırakıp biraz etrafı incelemeye gitti. Bu arada otele telefon ettik, adam diyor ki sahilde sarı şemsiyelerin arkasındayız. Uğur diyor sarı şemsiye yok. Stadyumun tam karşısındaki aradan gireceksizin. Tamam girdik. Etrafınızda ne var, Hong Kong lokantası. Tamam onun tam arkasındayız. Hayır değilsiniz.İşte bu noktada Uğur biraz etrafa bakınayım birilerine sorayım da öyle geleyim dedi. Yaklaşık yarım saat sonra küfrederek geldi. Kimse mi  İngilizce konuşmaz bu memlekette diye. Dedim sen biraz bekle, bir de ben bakayım. Bu arada aklıma da şöyle birşey geliyor. Vİyana'da bir apartmanın bir katında olan oteller vardı mesela bu da belki öyle birşeydir diyorum. Bir müdde etrafta dolandım ama bulamadım. En sonunda bir pastaneye girdim. İngilizce konuşan kimse var mı dedim. Bana bir çocuğu gösterdiler. Otel Mediterrano'yu arıyorum dedim. Bilemediler. Öyle manasız ki, otelin çevresindeyim ama kimse bilmiyor falan. Neyse bir müdde konuşmaya çalıştık, baktık olmadı. Arada çok hızlı konuşuyorsunuz ben çok zor anlıyorum dedi çocuk, ki bu benim için bir gurur meselesi oldu:) En sonunda aklıma adresi göstermek geldi. Adres şöyle birşey: La Linea de la Concepcion. Adresi görünce aaaa La linea, ama orası burda değil ki otobüse binmelisiniz siz dediler. Allah Allah dedim. Yürürüz belki neden otobüse binelim falan dedim. Yürüyemezsiniz orası buraya 50 kilometre dediler. Ben afalladım, kaç numaralı otobüse bineceğim dedim. Numarası yok, hastanenin önünden La Linea otobüsüne binin dediler. Peki deyip çıktım. Bir yandan da söylediklerine çok güvenemedim. Uğur'a söyledim. Bu arada açlıktan neredeyse ölmek üzereydik, zor bin bela kendimizi bir Burger King'e attık. Zaten yavaş yavaş siesta zamanı geliyordu, bütün dükkanlar kapanmaya başladı. Yemek iyip bir tur daha attık etrafta ama otele benzer birşey yoktu. Üstüne bir de Uğur'un kontörü bitti. Alabileceğimiz bir Vodafone bayii de bulamadık, hepsi siestaya gitmiş. Turist information'a gidelim belki birileri vardır dedik umutsuzca. Hastanenin önüne gelince ben dedim ki şu oteli bir de ben arayayım. Oteli ankesörlü telefondan aradım. Adamla gerçekten de çok zorlanarak anlaştım ama bana dedi ki eğer hastanenin önündeyseniz, stadyumu da geçin, iki üç kilometre sonra otelimizi göreceksiniz. Peki taksiye binsem çok yazar mı dedim. Hayır çok yazmak 2-3 rueo birşey tutar dedi. Eyvallah dedik ve bir taksiye atladık. Taksiciye adresi gösterdim, adam buraya mı gideceksinzi burası 50 kilometre dedi ve bize fiyat tarifesini çıkardı. Tarifede La Linea-Cadiz arası tam 150 euro yazıyordu. Ama hala o kadar eminiz ki kendimizden, oteli aradık, resepsiyonla taksiciyi konuşturduk. Konuşmayı tam oalrak anlamasam da aralarında geçen laflar müşteriye sizin La Linea'da olduğunuzu anlatamıyorum gibi birşeylerdi. Sonra taksici bize haritadan hem La Linea'yı, hem de bulunduğumuz yeri gösterdi, ki ben de size haritada işaretledim. Sonuç olarak resepsiyondaki adamın en sonunda aklına bana siz Cadiz merkezdeymişsiniz, biz La Linea'dayız, taksiyle gelin 150 euro diyor demek geldi. Ben de ama benim taksiye verecek 150 eurom yok bana alternatif bir yol söyleyin dedim. O zaman hastanenin önünden otobüse binin dedi. Avrupa'nın her yerinde böyle mi bilmiyorum ama İspanya'da taksiler mesafe bazında değil süre bazında ücretlendiriliyor. Biz takside sadece 20 metre falan gittik, ama ne yazık ki bu 3 euro gibi birşeyler tuttu. Elimizde 2 küsür euro bozuk para ve 200 euro tam para vardı. Uğur taksiciye ya bunu al ya bunu dedi, adam 200 euroyu aldı, bozdu. Adamın cebinde de 205 euro falan varmış, 5 eurom kaldı diye de trip attı bize bir güzel. sonuç olarak saat 2.5 civarında indiğimiz Cadiz'de, otobüsten indiğimiz yerden sadece 20 metre ilerdeydik ve saat 5e geliyordu. 

Biz gitmeden otellerin parasını ödemiştik, ki bu yapılabilecek en büyük hataymış, bulamadığımız otelin ücretini geri alamadık. Bu sırada yağmur yağmaya başladı. Sokak ortasında kalakaldık. Uğur kuzenine telefon etti, otelleri onların turizm acentası aracılığıyla ayarlamıştık. Bende çevredeki otellere yer sormaya gittim. La Linea'ya gitmemeye kesin karar verdik, ki orası okyanus kıyısında değil, Akdeniz kıyısındaymış zaten. Ama anladım ki Cadiz Avrupa'nın pahalı şehirlerinden birisi. İki kişi bir gece konaklamak 170 euro civarında tutuyor, işin enteresan yanı otellerde yer yok. Nasılsa burdan sonra Sevilla'ya gidecektik, bari, oraya gidelim bugün rezil olduk orda dinleniriz dedik.Uğur Sevilla'daki oteli aradı yerleri olup olmadığını öğrenebilmek için. Önce biz oraya iki gün sonra ulaşacağız rezervasyonumuz var, ama eğer yeriniz varsa buünden gelmek istiyoruz dedi. Doğru dürüst İngilizce anlamayan insanlar için ne kadar karmaşık bir cümle düşünesenize. Birkaç dakika boyunca iki gün erken geleceğimiz anlatmaya çalıştı. Karşı tarafa verdiği cevaplar çok komikti, hayır bugün geleceğim ve iki gün daha kalmak istiyorum. Hayır iki gün uzatmak istemiyorum, iki gün erken geleceğim, üç kişi değiliz hayır iki kişiyiz. İsmim Uğur. U-Ğ-U-R.  Baktı ki böyle anlatamıyor derdini, bu gece gelmek istiyorum yeriniz var mı dedi. Karşı taraftan olumlu cevap alınca da rezervasyon için ismini verdi. U for unicorn, G for Germany, U for unicorn, R for Romeo diye.İçimden ne zor kodlama ya unicornu nasıl anlasın adam dedim. Esasında orjinali uniformmuş, Uğur'un da aklına gelmemiş ve bu uluslararası bir kodlamaymış, herkes bilirmiş. Neyse karşı taraf rezervasyonunuz yapıldı diyince Onur'u (Uğur'un abisi) aradık ve tren saatlerini öğrendik. İstasyona gittik. Bindiğimiz taksiciye Uğur train station please dedi, ve adam bizi anlamadı. Ben Estacion de Renfe dedim, iki dakika sonra istasyondaydık. Fransızca ve İtalyanca bilgim biraz işime yaradı da İspanyollarla bundan sonraki günlerde iletişime sadece ben geçtim. Uğur öylesine bunaldı ki adamlardan sezen hesabı istesene, şunun fiyatını sorsana falan demeye başlamıştı:p Neyse 18.30 treninde yer yok 19.30a binebilirsiniz dedi biletçi. Biraz dinlenelim dedi ve oturduk. Bir müddet sonra Uğur ekrandan trenlerin platformlarına bakmaya gitti. Gelince de ya bu trenin yanında birşeyler yazıyor ama hiç beğenmedim bir baksana dedi. Gidip baktım ama okuduğumu da anlamıyorum tabi ki. Jerez de la Frontera yazıyor bir tek onu biliyorum. Bir yer adı. Heralde durakları yazıyor ne bileyim dedim. Trene gittik, ama bu bir tren değildi, banliyö treniydi. Adamın birisine vagonumuzu sordum, önemli değil geçin oturun dedi. Fotoğraftan da gördüğünüz gibi bir banliyö treni ile yola çıktık.

Biraz şaşırdık ama neyse ne olacaksa olsun 2 saat sonra Sevilla'dayız dedik.
Tren Jerez'e varınca bir anda herkes trenden indi. Bir adama ne oluyor dedim. Otobüse binin dedi. Biz trenle gitmek istiyoruz dedim. Hayır otobüse binin dedi. Tren garının hemen yanındaki otobüs terminaline gittik, başka birisine Sevilla'ya gitmek istiyoruz dedim. 10 numaralı otobüse binin dedi. Peki aktarmalıymış demek ki dedik ama 10 numaralı otobüs yok ki etrafta. Herkes bir otobüse binmeye çalışıyor. İngilizce bildiklerini düşündüğüm iki genç insana Sevilla'ya gitmek istiyorum dedim. İngilizce tabi ki bilmiyorlardı ama onlar da Sevilla'ya gideceklermiş, 10 numaralı platforma gelen otobüse hep beraber bindik. Otobüs yola çıktı. Yolda bir yol ayrımına gelince, yollardan birisi Sevilla, ötekisi de başka bir yeri gösteriyor diyelim ki, otobüs hep başka bir yeri gösterene dönüyor, başka bir yol ayrımında tekrar, tekrar. Ben iyice paniklemeye başladım. Hani polise bile gitsem onlar da İngilizce konuşmayacaklar. Konsolosluğu falan aramayı düşünüyorum ama diyorum ki kendi kendime konsolosluk Madrid'de. En sonunda otobüs bizi in the middle of nowhere diye tabir edebileceğimiz bir kasaba istasyonunda bıraktı. İnsanlar indiler biz de indik. Bir anons 4 numaralı yoldaki tren Sevilla'ya gidecek dedi. Trene bindik ama trende Cadiz yazıyor. Bir yerlere oturduk, bir yandan da ama burda Cadiz yazıyor diyoruz. Bu arada saat 9 falan oldu, ki esasında Cadiz-Sevilla arası toplamda 2 saat sürüyor. Tren birkaç durak gittikten sonra destinasyon Sevilla olarak değişti de rahat bir nefes aldık. Sonuç olarak gece 11 gibi Sevilla'ya indik. Neyse ki otelimiz istasyona çok yakınmış, taksici hemen buldu. Otelde de çok komik birşeyle karşılaştık. Rezervasyon formumuz da Romeo from Germany yazıyordu. Uğur resepsiyon görevlisine bu heralde biziz ama ben Romeo değilim dedi. Adam bana dönüp heralde siz de Juliet değilsiniz bu durumda dedi. Neyse ki unicorn park etmek ücrete dahil değil falan demediler:p O gece deliksiz bir uyku çektik ki ertesi gün Sevilla'da rahatça gezebilelim diye.

Merak etmeyin, Sevilla fotoğraflarını da yaptım, yazısı da bayramın ilerleyen günlerinde gelecek. Herkese sevdikleri ile beraber geçirecekleri mutlu bayramlar dileğiyle:)

Bu arada Türkiye'ye dününce aklımıza geldi haritadan La Linea'ya detaylı olarak bakmak ama gerçekten de La Linea'da da bir stadyumun hemen ilerisinde bir hastane varmış, ve otel gerçekten de stadyumun biraz ilerisinde bir sokaktaymış

2 yorum:

Baris Altan Dogan dedi ki...

Sevgili Sezen, seyahatlerinizi keyifle okuyorum dünden beri :) İspanya'yla ilgili yazdıklarınıza hiç şaşırmadım, gerçekten de fıkra gibiler. Gitmeden önce özellikle dil konusunda çok zorluk çekeceğimi öğrendiğim için, hiç sevmesem de kendimi bir seyahat acentasının şefkatine teslim ederek, çok iyi bir rehberle gezdim Barcelona, Cordoba, Granada, Sevilla ve Madrid'i. Çoğu zaman kendini akışa bırakmak ve keşfetmek güzel ama bazen yardım almak da çok iyi oluyor. Böylece nefis tapasları, pica pica barka denen balık tabağını denemek, en iyi sangrianın nerede içileceğini bilmek veya müzelere saraylara rahat girebilmek gibi avantajlarım oldu. Yine de unutulmaz bir balayı deneyimi yaşamışsınız. Fotolar da harika.

Seyahatiniz bol olsun
b.

sezenyildirim dedi ki...

Barış merhaba;

Gerçekten de dediğiniz gibi bazen bilen birilerinin önderliğinde olmak çok daha kolaylaştırıyor herşeyi. Ama çok unutulmaz bir balayı oldu orası kesin:)

Sevgiyle:)