28 Temmuz 2008 Pazartesi

Gölyazı-I





Cumartesi günü uzun süredir görmek istediğim Gölyazı'ya gittik Uğur, ben ve Altuğ. Yol biraz uzun sürdü. Uğur feribot yerine körfezi tercih etti. Topçular'dan sonra Bursa'ya kadar yolda muhtelif yerlerde yol çalışmaları vardı. Özellikle dönüş yolunda çok zaman kaybettik, çok ciddi trafik vardı. Gölyazı'ya öğlen saatlerinde ulaştık. Karnımız çok acıkmıştı, gelmişken balık yiyelim dedik. Gölyazı Uluabat Gölü'nün kenarında kurulmuş bir köy. Daha doğrusu gölün üzerindeki bir adaya kurulmuşlar. Eski bir Rum yerleşimi. Selanik'ten gelip yerleşenler vardı mübadele zamanından. Köy göl kenarında olunca yenilen balıkta tatlı su balığı oluyor tabi ki. Biz ızgarada yayın yedik, ben çok tutmadım. Tatlı su balığı bana biraz ters sanıyorum ki. Yemekten sonra köy çevresinde ve sonra da içlerinde bir gezinti yaptık. Bir grup teyzeyle kapı önü muhabbeti yaptık. Bir kısmı ağ onarıyordu, bir kısmı torununa hırka örüyordu. Eskiden gölün kenarında kerevit fabrikası varmış, çok ciddi paralar kazanıyorduk kerevitten diyorlar, sonra göle atık sular bırakılmaya başlanmış , bu da tabi ki ekolojik dengeyi bozmuş, kerevitte balıkta azalmış. Düşündüm de zaten bu tür şeyleri asla önemsemeyiz. Atık sularımızı denize bırakmak bile son derece zararlıyken bir de göle bırakıyoruz. Aklıma Van Gölü geldi. Kapalı havza göle atıklar bırakarak dengeyi alt üst ediyoruz. Kadınların balığa çıkma hikayesini sordum. Dediler ki eskiden bir kayıkta iki adam balığa çıkardı. Parayı ikiye bölerlerdi. Şimdi balık zaten az, eskisi kadar kazanılmıyor, erkekler eşleriyle beraber çıkıyor balığa, böylece kazanılan para ikiye bölünmüyor, tek ailede kalıyormuş. Yani bunun altında feminist sonuçlar aranmamalıymış. Ama gene de düşününce kadınların üretime katılmış olması da çok önemli bir olay bence.
Gölyazı insanı gerçekten çok içten. Her gören hoşgeldiniz nasılsınız dedi. Bir amca bizimle biraz sohbet etti. Teyzelerden biri gelin bende kalın zaten tek başıma yaşıyorum üç katlı evde dedi.
Biraz da vahşi yaşama tanık olduk. Hayatımda hiç leylek sesi duymamıştım. Hani gagalarını birbirine vurarlar onu biliyorum, ama av paylaşımı sırasında da tıslamaya benzer bir ses çıkarıyorlardı. Biraz ürkünç olduğu söylenebilir bence.
Fotoğrafik açıdansa çok doyurucu olmadı benim için. Birkaç leylek fotoğrafında dandik 70-300 objektifimizin azizliğine uğradım ne yazık ki. Gün batımında gölde birşeyler çıkar mı diye düşündük, gün batmadı, güneş bulutların arkasında kayboluverdi. Sokaktaki teyzelerle konuşurken çektiklerimde de bir netsizlik var ne yazık ki. Sanırım hem çene hem el aynı anda çalışmıyor. Bir de fotoğrafları biraz eksik pozlamışım, hepsini PS'de açmak zorunda kaldım. Bir kısmına da filtre uyguladım ama zaten oynadıklarımı siz de fark edebilirsiniz. Üstten üçüncü fotoğraf netsiz biliyorum ama çok beğendim:)
Sonunda bir senelik Gölyazı sayıklamalarımın sonuna geldim işte. Şimdi önümüzdeki rota Bozcaada ya da Kaş gibi görünüyor. Bakalım rüzgar bizi ne tarafa çevirecek.

Hiç yorum yok: