10 Mart 2008 Pazartesi

Trakya




Ani bir kararla cumartesi sabahı ufak bir Trakya gezisi yaptık. İstanbul'dan E5 üzerinde Enez'e kadar gittik. Enez'de Yurda'nın ailesinin yanında kaldık. Küçücük, şirin bir evde, bahçenin tadını çıkarmak, eski günlerdeki gibi sobanın sesini dinlemek bizim gibi şehir çocukları için büyük bir lükstü tabi ki. Enez Yurda'nın çocukluğunun büyük kısmının geçtiği yer olduğu için onun için daha da özel olduğunu anlayabiliyorum tabi ki, nasıl ki Eskişehir'e kalpten bağlıysam ben. Enez'in uçsuz bucaksız sahilinde karşı tarafta gördüğünüz Semadirek adası gerçekten de Yurda'nın benzetmesine tam uyuyor, sanki sırtüstü yatmış bir bebek gibi Ege'nin kollarında uyuyordu. Sanki birkaç kulaç atsak ulaşıverecekmişiz gibiydi. Enez'de ilk günümüz akşam yakılan mangal ve içilen rakılarla sonlandı. Gece çocukları o soğukta 15 dakika sahilde tuttum ki kayan yıldız fotoğrafı çekebileyim diye. Gerçi çok birşeye benzemedi, odak noktası yok ne yazık ki ama yıllardır yapmak istediğim birşeydi bu.


Ertesi gün benim yoğun baskılarımadayanamayan sevgilim yolunu uzatarak beni önce İpsala sınır kapısına götürdü, ordan Meriç ve Uzunköprü üzerinden Edirne'ye doğru devam ettik yolumuza. Dünyanın en uzun taş köprüsüymüş Uzunköprü.


Edirne'de ise annemlerle izlediğimiz yolun aynısını izledik, Selimiye, Eski Camii, ciğerci, Meriç kıyısı.


Trakya'nın insanında gerçekten de bir sıcaklık var, birşey sorduğunuz zaman gülümseyerek cevaplıyorlar, size memleketinizi soruyorlar, esasıdna daha çok zamanımız olsaydı köy kahvelerinde çay içmek, insanlarla biraz daha konuşmak isterdim.


Böyle haftasonu gezileri iyi geliyor insana, ruhunu dinlendiriyor. Trakya henüz tam yeşermemiş ama sanırım Nisan ayından sonra her taraf yemyeşil olacak.


Bu akşam bir aksilik olmazsa Eskişehir'e gidiyorum. Haftaya izlenimlerimle ve belki de yeni fotoğraflarla geri döneceğim.

































Hiç yorum yok: