26 Haziran 2015 Cuma

Yedigöller

Masal gibi bir yer düşünün. Yedi tane göl var. ulu ağaçların altında muhteşem bir yer. İşte orası Yedigöller. YIllardır bütün fotoğrafçıların gittiği, birbirinden güzel sonbahar kareleri veren yer. Yıllardır benim de gitmek istediğim ama gene de bir türlü denk gelmeyen bir yerdi. Sonunda Amasra dönüşünde uğradık. 

Her şeyden önce şunu belirteyim ki Yedigöller'in yolu çok çok kötü. Midenize ve arabanıza güvenmiyorsanız bu yola hiç girmeyin. Öte taraftan da göreceğiniz yer çok güzel. Ne diyeyim, kelimelerle anlatılmaz görmek lazım.

Yol boyunca neler gördük peki? Taş ocağına çevrilmiş dağlar, üzerine kum yıkama tesisleri kurulmuş nehirler, ufacık akarsuyun üstüne kurulmuş HESler. Geçen yazıda da belirtmiştim, doğayı katlettik ve hiç saygımız kalmadı ne yazık ki.

Yedigöller'de de ben mangal kokusundan bıktım. Doğanın içinde yeşillik, toprak kokusu yerine duyabildiğimiz sadece mangal kokusu. Gerçekten artık şu mangallı piknik sevdamızdan vazgeçmesek mi? Ya da bunu her yerde yapmasak? Zaten neden Yedigöller gibi bir yerde Orman Bakanlığı mangal yapılmasını yasaklamaz? Başlayacak bir yangına müdahale çok zor olacaktır zira.


















23 Haziran 2015 Salı

Amasra

Yahu biz gezmelere gittik. 1 Mayıs'ta Amasra'ya, daha sonra Selanik'e. Yazmadım, yazamadım. Genel bir isteksizlik halindeyim aylardır. Size şöyle diyeyim, kitap bile okumuyorum. Nedeni niçini de var tabii ama boşverin. Neyse, geleyim Amasra'ya.

Uğur'la uzun süredir Selanik'e gitmek istiyorduk ama bir türlü denk getiremedik. Amasra'da son dakikada karar verdiğimiz bir yer oldu. Uğur'un kuzeni gidiyordu, siz de gelin dediler. İyi gelelim dedik. Ben daha önce görmemiştim ama Uğur görmüştü. Bir de annem gitmişti. İkisinin anlattıkları, fotoğrafları derken hep merak ettim ben. Sonuç: Tam bir hayal kırıklığı. Beton kafamız meğer sadece İstanbul'da veya şehirlerde değilmiş, taa Amasra'ya bile bu beton kafa gelmiş. O canım dağların tepesinden Amasra'ya gelen duble yollar mı istersiniz, dağın tepesine kurulan toplu konutlar mı? İçiniz acımadan dağlara ve şehre bakamazsınız. Bence şehir de bitmiş. 

İstanbul'dan yaklaşık 5 saat sürüyor araba ile Amasra'ya ulaşmak. Sabah erkenden yola çıktık, otelimiz Çakraz Koyu'ndaydı. Önce otele vardık ki eşyaları bırakalım. Sonra da Amasra'ya döndük. 

Amasra'da Bizans kalıntılarının olduğu bir yarımada var. Burası Amasra Kalesi. Yarımada şehre daracacık köprülerle bağlanmış. İnanmazsınız ama trafik yasağı yok. Avrupa'da olsa o köprülerin üstünde resssamlar görürsünüz, gönül rahatlığıyla yürüyen insanlar görürsünüz. Burda ne yazık ki araba görüyorsunuz. Köprünün genişliği bir araba kadar, karşınızdan birisi gelirse yandınız. Tarihi kesimin yolları o kadar dar ki bir u dönüşü yapmak da mümkün değil. Neden burası trafiğe kapatılmamış anlamak zor. Esasında zor değil tabii. Vizyon meselesi.


Annemin ve Uğur'un fotoğraflarından hep çizmelerin içine dikilmiş çiçekler görmüştüm. Aşağıda da bir örneği var. Bu tek örnekti. Güzel bir gelenekmiş ama bitmiş ne yazık ki. Zaten bu çizmeleri koyacakları güzel evler de kalmamış. Canım tahta Osmanlı evleri 3 katlı çirkin betonarme evlere dönüştürülmüş. Üstelik en çirkin haliyle, sıvasız bakımsız. Osmanlı evleri ise yıkılmaya yüz tutmuş, kalan üç beş tane zaten. Ecdad diyen bağıranların canım mirasa reva gördükleri değer inanılmaz. 

Amasra'da tahta işlemeciliğinin çok olduğunu biliyordum, şehirdeki bütün hediyelik eşya satan dükkanlarda çok güzel Çin malı ürünler bulabilirsiniz. Onları bulmak için taa Amasra'ya gitmenize gerek yok zaten, Şark Han'da hepsi var. Çok nadir olarak geleneksel tahta işlerini görebildik. Heralde ustalar ölmüş, yenileri de yetişmemiş. Geleneksel el sanatlarını da ufak ufak kaybetmişiz ne yazık ki.

Daha önce gidenler hep balık ve salatasının çok güzel olduğunu söylüyorlardı. Canlı Balık Restauran en meşhur balıkçı. Yanlış hatırlamıyorsam 2 saat sıra bekledik. Ama beklediğimize değdi. Gerçekten de çok lezzetli balıklar ve salatalar yedik. Üstelik İstanbul fiyatlarının yarısına.

Bir de yol boyunca ve Amasra'da çok güzel köpekler gördük. Pek çoğu da cinsti. O köpekleri satın alıp canınız sıkılınca atıyorsunuz ya, umarım bir gün siz de aynı kaderi yaşarsınız. Mesela sırf hediye olsun diye sevgilinize bir köpek aldınız ya, o köpek sayesinde beraber oldunuz, hatta evlendiniz ya. Sonra çocuğunuz oldu da o köpeği attınız ya, işte umarım o evlilik de yürümez. Umarım karınız/kocanız sizi en beklemediğiniz anda terk eder. O hayvanlar herkesin peşinden koşuyor, herkesle oynamak istiyor. Gelip kafalarını herkesin kucağına koyuyorlar. Nasıl içiniz alıyor o hayvanları terk etmeyi? Amasra'da güzel insanlar  vardı, bakıyorlardı hayvanlara ama dediğim gibi o akdar çoklar ki, belli ki civar şehirlerden de oraya atıyorlar köpeklerini. O insanlara da  yazık değil mi? Siz sorumluluğunu alamadığınız için atıyorsunuz, o insanlar arkalarını dönüp gidemiyorlar ama işte. Sizin sorumsuzluğunuzla onlar mücadele ediyorlar. Ay yazdıkça sinirleniyorum. Hayır verecekseniz birini bulun bari, hayvanı sokağa atmak ne demek yahu? 

Yıllar süren bir meraktı benim için Amasra, ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığı oldu.  Mutlaka gidin demem, hatta açıkçası gidin demem. Masal şehri olabilecek kadar güzelmiş, yalan bir şehir olmuş. Çok acı ne yazık ki.