18 Eylül 2010 Cumartesi

Balayı Günlükleri-Granada










Merhaba;


Biraz aradan sonra balayı günlüklerinde devam ediyoruz. Bir sonraki durağımız Granada. Valencia'dan Granada'ya trenle gitmeye karar verdik. Yolculuktan önceki gece istasyona gittik, bileti sadece yolculuk gününde sattıklarını söylediler. Esasında bilet kalmaz ki diye konuştuk aramızda ama bir bildikleri vardır dedik. Gerçekten de bir bildikleri varmış, bilet kalmamıştı. İnternetten alsak nasıl basacağımızı bilemedik, ve tabi ki kimseye soramadık çünkü İspanyolca bilmiyoruz. Valencia tren istasyonundaki makinalar internetten alınan biletleri basıyormuş esasen, ama sadece İspanyolca oldukları için anlayamadık.

Saat 9 gibi istasyondaydık, tren 11deydi. Terminale gittik, otobüs saat 1.5 dolaylarındaydı. Yani yaklaşık 4 saaatimiz zaten ziyan oldu. Valencia-Granada arası trenle 8, otobüsle ise 10 saat sürüyor. Bu da zaten bütün günümüzün yolda geçeceği anlamına geliyor ne yazık ki.Otobüs gerçekten de bütün doğu İspanya'yı dolanarak, köylerin her birine uğrayarak ilerledi. Yolun bir yerinde tam arka koltuğumuza üç tane İspanyol kırosu oturdu. Adamlar yaklaşşık 6 saat boyunca yüksek sesle video izlediler, izledikleri videoların içinde porno da vardı. Leş gibi de kokuyorlardı. Yani arkamızdaki kalabalık esasında katlanılmazdı. Balayı gezisinde 10 saatlik otobüs yolculuğu gerçekten can sıkıcı oluyormuş. Gece geç saatlerde otelimize ulaşabildik. Çok yorgun ve açtık. Otelin yakınlarında birşeyler atıştırıp yattık. Ertesi gün planımız tabi ki Alhambra sarayına gitmekti.

Granada zaten çok küçük bir yer. Artık iyice güneye indiğimiz için gerçekten de Ağustos ayının tatil ayı olduğunu görebiliyorduk. Neredeyse bütün dükkanlar kapalı, açık olanların ise uzuuun siesta saatleri var. Şehir merkezinde bir katedral var, biz sadece etrafında gezindik, zaten çok zaman kaybetmeden saraya gitmek istiyorduk. Bir otobüsle saraya ulaşılabiliyor. Giriş için bir kuyruk vardı, biz de sıraya girdik. Bir ara tam olarak ne dediğini anlayamadığım bir anons duydum. Sanki biletlerin bittiğinden falan bahsetti ama tam olarak duyamadık. Ve sıra bize geldiğinde anladık ki o gün için sarayı gezme biletleri bitmişti. Sadece bahçelerini gezebiliyorduk. Sarayın içine rehber eşliğinde aldıkları için biletler tükenebiliyor, o yüzden erken davranmak lazım. Bir de gişeden sonra koydukları otomatik bilet makinaları varmış, biz sıraya gireceğimize biletimizi ordan alsak sarayın içine gezebilecektik ama ne yazık ki makinaları gişeye ulaşmadan göremiyorsunuz.

Alhambra Sarayı tam bir Arap mimarisi. Ve bir taraftan da Arapların en çok özlemini duydukları şeyi gösteriyor: Su. Sarayın içini gezemediğim için yorum yapamam tabii ama bahçeler öylesine güzeldi ki. Sarayı kullananların huzur duymaları istenmiş belli ki. Hem bahçeler çok güzel, hem de havuzlar.

Sokaklar boyunca akan ufak nehirler var. Sıcakta dayanamadım, ayakkabılarımı çıkarıp sulardan yürüdüm.

Granada'da yapılacak çok birşey yok zaten. En fazla iki gece kalmanız yeterli olacaktır. Yemek olarak acayip dönerlerden bolca bulabilirsiniz. Granada bira ile beraber tapa ikram edilen bir yer olarak geçiyor ama tapadan kasıt sadece domuz eti olduğu için bize hiç hitap etmedi.

İspanya'da hiç flamenko izlemediğimiz için hayıflanıp duruyorduk. Sarayın bahçesinde yapılan bir gösteriye gitmeye karar verdik. Kişi başı 20 € birazcık pahalı gelmişti ama dediğim gibi Granada'da para harcayabileceğiniz birşey de olmadığı için gidelim bari dedik. Pazartesi günleri 20 €'a iki bilet alınabildiğini görünce daha memnun olduk tabi ki. Ballet Flamenco De Andalucia'nın Poema del Cante Jondo isimli oyununu izledik. Söylemeliyim ki çok etkileyici bir gösteriydi. Üstelik biz 1.5 saatlik bir gösteri izlediğimiz için Flamenko'ya doyduk. Biraz soğuk bir geceydi. Çok üşüdük.

Granada'nın anladığım kadarıyla bir eski şehir, bir de yeni şehir kısımları vardı. Bizim otelimiz yeni kısmında kalıyordu sanki. Ama eski şehir diye adlandırdığım, tam sarayın karşısında kalan yerler Arap esintileri taşıyordu. Asma bahçeler, avlular, sedir ağaçları... Keşke öbür tarafta kalsaymışız dedim ama biz bilmiyorduk.

Bir sonraki durağımız çok maceralı Cadiz. Beklemede kalın:)

6 Eylül 2010 Pazartesi

Balayı Günlükleri-Valencia






Balayımızın ikinci durağı Valencia'ydı. Valencia Barcelona'ya otobüsle 4 saat mesafede bir şehir. İnternetten okuduğumuz kadarıyla gece hayatı süper. Büyük bir heyecanla yola koyuluyoruz. Avrupa'da Google maps çalıştığı için, Barcelona'daki rezillikleri çekmeyeceğiz. Ve ancak Barcelona'dan ayrılırken Uğur valizinin çekçek kısmını kırdığı için bir miktar üzüleceğimiz kesin. Valencia'da kalacağımız otel NH Cuidad Valencia. Uğur Türkiye'de harita üzerinden seçmiş ve sahile yakın olmasını istemiş. Zaten amacımız denize girmek. Otele ulaşmak içinse otogardan metroya bineceğiz ve Ayora'da ineceğiz. Yolda rahatsızlandım, Valencia'ya indiğimizde ağrılar içindeydim. Yani tahammül sınırlarımın eşiğindeydim. Metrodan Ayora durağında indik. Ve Valencia maceramız başladı. Etraf çok sakindi ancak bu sakinlik pek tekin görünmüyordu. Gün ortası siesta zamanı heralde diye düşündük. Metro çıkışındaki haritadan gitmemiz gereken caddeyi bulmaya çalıştık ama ya caddede, ya durakta, ya haritada bir terslik vardı, olması gerektiği yerin tam tersini gösteriyordu. Gösterdiği yöne doğru gitmeye cesaret edemedik, etrafta Harlem'den çıkmış gelmiş zenciler vardı. Düşünüyorum da bu da ne kötü bir imaj. İnsanlar ister istemez zencileri görünce tedirgin oluyorlar. Amerikan filmlerinin mi etkisi, yoksa gerçekten de toplum dışına itildikleri için suç potansiyelleri yüksek diye kendimizi mi korumaya çalışıyoruz onu henüz çözümleyemedim. Neyse biraz yürüyüp ilerde soru sorulabilecek birisini bulursak sorarız dedik. Caddenin köşesine geldiğimizde bir manav gördük. Adama caddeyi ve oteli söyledik (caddenin ismini hatırlayamıyorum) Numarasını sordu bize, içeriye kafasını uzatıp İspanyolca birşeyler söyledi ve bize takip edin beni gelin dedi. Ama bunları öyle kolaylıkla anlatabildik sanmayın. Barcelona'dan çıktığınız anda zaten dil sorunu baş göstermeye başlıyor. Adamla yarı İngilizce, yarı İspanyolca, biraz da İtalyanca anlaştık. Nerelisiniz diye sordu. Türkiye dedik. Bu arada adam ellerini poposunun üstünde kavuşturmuş, tam bizim dedeler gibi yürüyor. Müslüman mısınız dedi. Evet dedik. Ben de Müslüman'ım, Pakistanlıyım. Tedirgin olmayın otelinizi buluruz dedi. Müslüman olmamızın bir faydası oldu mu, yoksa adam zaten her halukarda yardımcı olacak mıydı bilmiyorum. Ayora mahallesi bizi korkulara sürükleyen, bir taraftan zencilerin bir taraftan takkeli Pakistan'lıların çıktığı bir yer çıktı. Metro ile otelin arası çok uzak değilse de bize iki gecede bildiğimiz bütün duaları okuttu. Otelimiz fena değildi. Standart bir üç yıldızlı otel. Uğur sen biraz dinlen ben yiyecek birşeyler bakayım dedi ve dışarı çıktı. Ben biraz uyudum. Bu arada siesta zamanı da bitmişti, dükkanların bir kısmı açılmıştı. Ama Uğur geri döndüğünde Valencia'nın en büyük sürprizi ile karşılaştığımızı anladık: Haydarpaşa. Bizim deniz sandığımız yer ne yazık ki liman işletmesi çıkmıştı. İlk gün sadece akşam çıkabildik, şehirde küçük bir tur attık. Ufak bir kilise, Avrupa'da çok meşhur birmarket, çok şık bir emydan. Valenci'da gördüklerimiz bunlardan ibaretti. Kilisenin içini ve marketi akşam olduğu için göremedik. Karnımız tok olduğu için yemek de yemedik. Ancak o gün Uğur'un doğum günü olduğu için meydandaki kafelerden birinde bir litre sangria içtik. Ertesi gün şu plajları görelim dedik. Plajlara otelimizden bir saate yakın yürüdük. Ama hep deniz kenarından yürünüyor. Ayrıca sahilde Amerika Cup için yarışan yelkenli takımlarının showroomları vardı. Yani biraz sıcak olan havayı düşünmezsek keyifli bir yürüyüştü. Liman boyunca şık kafeler sıralanmıştı ama onlar bile son derece boştu. Günün geri kalanında Valencia'da ilgi çekici yapılarda olsun diye yapıldıklarından neredeyse emin olduğum bir komplekste geçirdik. Binalar yukarıda da fotoğraflarını gördüğünüz gibi Star Trek'ten fırlamış gibiydiler. Bir tanesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ydi, açık değildi. Hemisphere isimli bina isminden de anlaşıldığı gibi bir yarı küre şeklinde yere oturtulmuştu. İçinde bir sinema salonu vardı. IMAX teknolojisi, 3 boyut diye girdik. Hatta üç boyutlu diye dinazorlarla ilgili filme girmek istedik. İçeri girdiğimizde birkaç farklı noktada projektörler görünce iyice heyecanladık ama film başlayınca bunun tam bir hayal kırıklığı olduğunu gördük. Yarı küreye yansıtılan, dinazorlarla ilgili iki boyutlu 45 dakikalık bir belgeseldi izlediğimiz sadece. Ve ben izleyemedim bile. Öncesinde muhteşem bir akvaryum gezdiğimiz için çok yorulmuştum, Uyuyakalmışım. Bir ara ekranda bir adam "Hayatım boyunca paleontolog olmak istedim" dedi. "Sanırım hiç Friends izlememiş, Ross'u tanımıyor" diye düşündüm. Ancak itiraf etmeliyim ki akvaryum muhteşemdi. Gerçekte hayvanların doğal ortamalrında koparılıp bir yerlerde sergilenmelerine karşıyım. Ama akvaryum öylesine büyüktü ki hayvanlar okyanusta olmadıklarının farkındalar mı bundan emin değilim.Kompleks saat 9a kadar açıktı. Filmden çıktığımızda ise neredeyse 8 olmuştu. Bilim Müzesi kısmına çok az zaman ayırabildik ama Santral İstanbul'daki oyuncaklardan çok farklı değillerdi. İki tane mühendis için muhteşem bir bilim değildi yani.

İkinci akşam yemeğimizi önceki gün görüdğümüz bir balıkçıda yedik. İsmi yanlış hatırlamıyorsam Sardalye idi. Yemekler çok iyi değildi, en azından ben salatamı beğenmedim. Çok temiz de değildi , ki bu İspanya'nın genelinde hakim bir durum. Ama ortam güzeldi, katedrale yakındı. İkinci günde katedralin içini gezemedik biz bu arada.
Ertesi gün doğrultumuz Granada idi. Otobüs bileti ile tren bileti neredeyse birbirine eşit olduğu için trenle gidelim dedik. İstasyonda bu bileti ancak yarın sabah alabilirsiniz dediler. İstasyonda çeşitli makinalar var bilet almak için ama hiçbirinin İngilizcesi yok. Anlaşmak imkansız. Bu makinalar meğer internetten aldığınız biletleri bazmak için kullanılıyorlarmış. Ama tabii anlayamadığımız için biz kullanamadık. Ertesi gün 9 gibi istasyondaydık ki trende 11deydi. Bilet bitti dediler. Otogara gittik ama orada da 4 saat falan otobüs beklemek zorunda kaldık.

Valencia'da metrolar gittiğiniz yere kadar ücretlendiriliyor o yüzden de bilet alırken nereye gittiğinizi soruyorlar. Ama bunu da İngilizce soramadıkları için iletişimle ilgili sorunlar yaşamayın. Uğur havaalanına giderken adama English please dedi. Adam No English dedi mesela. Neyse ki arkadan koştum da imdadına yetiştim:)

5 tane fotoğraf koyduğum düşünülürse Valecia'da gerçekten de yapacak çok birşey bulamadık biz. Fotoğraf bile çekemedik. Denize girmediğiniz zaman 2 gece bile fazla, 1 günde bitecek bir şehir. Akşamları sokaklar çok boş, hatta bazı sokaklarda tedirgin olabilirsiniz.

Bir sonraki durağımız Granada.


Hepinize şimdiden iyi bayramlar ve iyi tatiller.